Hakkımda

31 Ocak 2010 Pazar

kapım açık kalmıştı unuttum kapıdan içeri girecekler olduğunu



Bu sabah erken saatte kapıdan içeri girdiler. Odamın masasının orda ayakta dikilip durdu ve bana baktı çok mağrurdu ve haklıydı saçları uzamış rüzgarda karıştırmıs olmalı ki dağılmıştı . Dediki biliyordum böyle olacağını. Gözlerimle gözlerine bakamadım çünkü biliyordum ki bakarsam beni en iyi o anlayacaktı. İşte bu sabah beni pişmanlıklarım böyle karşıladı. Hayatta bazı şeyler istersiniz. Ve ertelersiniz. Yada vazgeçersiniz. Ama içinizden hiçbir zaman o istek gitmez. Tıpki ilk günkü gibi istersiniz. Ama o içinizdedir. Ve içinizden sürekli size seslenir.duy beni diye çığlık atar. Üzerini kapatırsınız. Bastırırsınız. Ve birgün en zayıf zamanınızda karşınıza çıkar veeee hesabını sorar. Artık sizinde bunca yıldır baskıladığınız sırt çevirdiğiniz pismanlığınıza hesap vermenin vakti gelmiştir. Ahh zamanı geriye alsaydık ve telafi etseydik. Ben bu sabah cevap veremedim pişmanlıklarım karşısında suskundum. O haklıydı. Ve ben hep korktum birgün haklı çıkmasından karşıma dikilmesinden. Herkesin pişman olduğu pişmanlık duyduğu birtakım şeyler yada onları pişman ettiren kişiler vardır. her insanın vicdanını konuşturan pişmanlıkları değilmidir? Hatta bazen o kadar pişmanızdır ki. Pişman olduğumuzu bile kabullenmeyiz. Hata yapsakta gene olsa gene yaparız deriz. Kendimizi mi kandırırız acaba? Benim bugün kapımdan içeri pişmanlık girdi. Karşıma dikildi. Biliyorumki uzun zamanda gitmiyecek.
Bu arada son yazımda size film önermiştim. Şimdi bir film daha önermek istedim . 'Aşkın kitabı(Becoming jane)' konumuzla ilgisi şu ki aşk ve gururu yazan benim en sevdiğim yazarlardan biri olan jane austen’ın hikayesi pişmanlık temasıda geçiyor içinde. Regrets diye bir filmi de var . Filmi izlememiş olanlar var beni tanıyan herkes iyi bilir ben izlemeyen birine filmi baştan sona anlatmaya bayılırım ve sonunu söylerim. Yazar kitabı yazarken birine aşık oluyor. Ama ayrılmak zorunda kalıyorlar. Bununla ilgili bir film tamam tamam daha fazla anlatmıyim izlemek isteyenler olabilir. Ama eski zaman kıyafetleri karpuz kollar. O eski arabalar, elbiseler. Şapkalar ve daha neler neler. iyi seyirler....
(dicle)

29 Ocak 2010 Cuma

babalar ve kızlarına 3 film









Tamda olması gerektiği bir zamanda yayınlanan bir yazı yayınlamak istiyorum. Çünkü bu aralar babamla baya dialog halindeyiz yani her konuda en çokta benim sorumluluğum konusunda ama ne olursa olsun ben ona hep hayranım. Kızlar için babaları masal gibidir. Masallardan çıkıp gelen ona her istediğini veren kırmayan onları koşulsuz seven. Hatta bazen sevdiğini gösteremeyen ama kızlarını hep seven babalar . Üzmeyen ona hayatın yumuşak dokunuşlar olduğu hissini veren kişilerdir. Sizi öylesine severki babanız kıyamaz ki size hayatınızda herkesin size öyle davranacağını sanırsınız. Bir bakarsınız hayatta karşınıza çıkan kişiler babanız gibi kollarının arasına pamukları sarmış sizi sarmalayamamıştır. Ah benim babam. Aceleci babam. Herzaman işler mükkemmel gitsin diyen babam. Kızına bir sorumluluk verip onu yormaktan korkan babam. Hergün seninle büyüdüm artık demenin mücadelesinden yoruldum babam. Artık sende yoruldun babam.
Bir baba için kızları prensesleridir. Kıyamaz onu öpmeyeç hatta der ki sen eski me diye ben seni öpmüyorum. Birgün eve gelirsiniz gözleriniz şiştir. Ağladığınızı bilir. Kalbinizin kırıldığını sormaya bile korkar aklına getirmek istemez. Çünkü babalar bilirler ki kızlarının kalbini kıranın kafasını kıracaklarını. Kızları olan babaların kalpleri yumuşacıktır. Bazen bir genç görürüm ya da yeni evli bir erkek. Kızlar hakkında atıp tutar derki benim oğlum olsun. Şöyle olsun. İşte o zaman içimden dua ederim . inşallah senin kızın olsun.Bilirim ki kızı olanın çünkü kalbi yumuşak olur. Vicdanı olur. Kıyamaz karşısındaki kızlara, karısına, anasına, kız kardeşine.
O yüzden nezaman bir erkek bir kız hakkında atıp tutsa içimden inşallah senin 5 tane kızın olsun diye dua ederim.çünkü kızı olan bir baba hep sever. Daima sever. Sevgisini gösteremez isede yada göstermemişsede siz emin olun babanız sizi çok sevmiştir. Ve hep sevecektir. Son olarak güzel baba kız filmi önermek istiyorum. Belki izlemek istersiniz. Hani kiminiz şuan babanız la izleriz. Kimimimizin babası öyle oturupta film seyretmeye ayıracak vakit bulamaz. Kimimizin babası çok uzaklardadır.Ya da birgün kızınız olduğunda birlikte izlersiniz.:) Definitely, Maybe
Jersey girl,Beynel minel … gibi şimdilik aklıma ilk gelen filmler oldu.

28 Ocak 2010 Perşembe

anıların yumuşak dokunuşları....




Düşüncelerde ki anılara saklandım. Bugün bir video izledim. Eski zamanlardan kalma. Daldım gittim . sonra bir video daha izledim. Ve anılarıma sığındım. İnsan bir daha sevdiklerini goremiycekse elinde bir video bir fotografla beraber sarılmazmı anılarına. Sessizdi anılar bu sefer. Sanki unut beni, Hatırlama beni diyordu.insan sevdiği birşeyi özlediği zaman bakmazmı anılarına anılarda kalmış fotoğraflara.
Bu uzaktaki insan için ülkesi olabilir, özlediği annesi ve babası olabilir, gurbete gelin gitmiş kardeşi olabilir. Gurbetteki kardeşi olabilir. Bir defa dahi gormek istese dahi göremeyeceği sevdiği olabilir. Ayrlığın acıysıyla yanan bir aşık olabilir veya bir daha göreyemeyeceği neyse ... Bir eski fotograf açıcak dalıp gidicek. Sğıncak anılara. Sığınacak yaşayamadığı güzel anlara, yaşayamadıklarına. Söylemek istediklerine veya söyleyemediklerine.
Bugün bir anımdan parça geldi gözlerimin önüne bir defa daha yaşamak için neler vermezdim ki. Hatırlamak bile mutlu etti beni bilseniz. Keşke hayatta mutlu anlarımızı hatırladığımızda , tebessüm süresi tıpkı o anı yaşadığımız an gibi kısa değilde upuzun sürse ve hayatımızda ki mutlu anların sayısı sürekli artasada bir sürü mutlu anılarımız olsa . Şuan belki istediğiniz yerden uzaktasınız. Ya ailenizden ya ülkenizden ama biliyorum ki biz insanlar sevdiklerimizden ve sevdiğimizden uzakta olmanın acısını mutlaka biliriz. Ve onu hatırlamak acı verir. Ama bütün kızgınlığınızı unutun ,özlemin verdiği acıyı gözlerinizi kapatın. Şu e maillerden, cep telefonunuzdan uzaklaşın. Sadece hayatınızdaki mutlu oldugunuz tek bir anınızı düşünüp mutlu olun. Sonunu düşünmeden . çünkü az sonra biri sizi anılarınızdan ya da hayallerinizden alıp gerçeğin ortasına bırakacaktır.

26 Ocak 2010 Salı

minik hikaye içinde kocaman bir teşekkür yazısı


Bir başka dünyaya girmek gibidir yazı yazmak. Kapılar açılır önünüze içinden geçersiniz. Daha ilkokul 4 müydü 5 miydi hatırlamıyorum ama ozaman Yalvaç Ural'ın dergisi mi vardı ya da kendisi bir dergidede mi yazıyordu şimdi hatılayamasamda. O dergide bir yarışma vardı. Komposizyon yarışması. Konusu gelecek ile ilgili hayallerdi sanıyorsam. Ben oturdum o gün ananemin o binbir meyvesi olan bahçesinde ama benim favorim kiraz ağacı olan o ağacın altında gizli bir yazı yazdım. Sonra kimseye gösteremedim.Hala da kimseye okutmamışımdır. Sebebini bilmiyorum ama göndermeye korkmuştum o zamanlar. O zamandan bu zamana kaç yıl geçti bilmiyorum ama sürekli yazı yazarım ama kimseye okutamamam. Ama bügünlerde sizlerden okadar güzel yorumlar tebrikler alıyorumki keşke diyorum ozamanlar okutmaya korkmasaymışım ve iyki bir blog açıp sizlerle paylaşmışım. Eğer şuan bir hayaliniz varsa ve siz sürekli erteliyorsanız sakın ertelemeyin. Çünkü yıllar sonra dönüp baktığınızda keşke demek insana en acı darbe olur. O yapmadığımız ertelediğimiz sakındığımız korktuğumuz zamanlar içinizde pişmanlık oluşturur. Ben o günlerin pişmanlığını çeksemde hayallerimden vazgeçmedim. Sizlerde vazgeçmeyin ve asla pes etmeyin bu canım sevgilim içinde geçerli ona kızsamda özlediğim içindir sende sakın hayallerinden vazgeçme . Sizlere çok teşekkür ederim. Okuyup benimle düşüncelerinizi paylaştığınız için
(dicle)

25 Ocak 2010 Pazartesi

20 li yaşlar. Tekrar okumak isteyenlere

Öncelikle dün gerçekleştiremediğimiz hayallerle ilgili bir yazı yazıcaktım.Fakat yazılarıma baktım okadar birikmiş ki bu yazımı bugün yayınlamak istedim. belki bir gün ama hangi gün bilmiyorum o yazıyı mutlaka yayınlıycam.
Mutlu tönbekçinin 30umdan sonra yapamadığın tek şey dostluk. Bu bir lanet olmalı sevdiklerimden uzakta sürekli gurbet hissi çekiyorum. Yazısını okadar seviyorum ki her fırsatta dile getiriyorum. Bazen kendi kendimede bütün sevdiklerin senden uzakta bu bir lanet olmalı diye yazının diger kısmını tekrar ediyorum. Geçen haftalardada 40 yaşında öğrendiklerim adlı yazısını okudum. Okurlarının görüşlerinede yer vermiş. Sonra kendi kendime sordum.ve 20 li yaşlarıda ben düşündüm. 25 yaşındayım! Evet hayatın tam neresindeyim. Ama burdan bakıldığı zaman 30 yaşa az kalmış. Uzun ama az … bende dedim 25 yaşındayım artık kimseyle arkadaş olmak yeni başlangıçlar yapamıyorum. Bir anda herşeyimi paylaşamıyorum. Yeni biriyle tanıştığım zaman oylece kalıyor. Yeni bir arkadaşımla buluşmaktanda dostumun kolları arasında aglamayı tercih ediyorum. Onunla kahkahanın daha anlamlı olacağını düşünüyorum. Tıpkı üzüntülerimi paylaşırken duydugum sıcaklığı sevinçlerimi paylaşırkende yaşamaktayım. 30undan sonra ve 40 yaşın bana öğrettiklerini biryerlerden bulup okursunuz diye düşünüyorum ama ben kendi 20 li yaşlarımı yazmak istedim.
20 li yaşlar….
Küçükken sürekli hayalini kurduğunuz yaşlardır.
Hayatın nekadar yumuşak olduğunu düşünürsünüz. Sanki okadar güçlüsünüzdür ki bu yaşlarda herşeyi kaldırabileceğinizi sanırsınız. Herkese fedakarlık yaparsınız. Bu yaşlarda dostunuzunda sırtınızdanda vurulabileceğinizi öğrenirsin. Bu yaşlar heyacan yıllarıdır,.dış güzelliğin önemli oldugunu düşünürsünüz ama anlarsınızki dışı güzel içi kapkara insanlarında olduğunu.. 14 15 yaşlarda kurduğunuz o büyük hallerinizin yerini gerçekler alır, mücade alır. Bir bakarız 30umuzda yorulmuşuz. Babamın deyişiyle insanlara doymuşuz. Aslında koşma yaşıdır. Sürekli koşarız. Sanki yorulmacagız sanırız. Herşeyi öğrenebileceğiz ya da öğrendik sanırız. Aslında biz bu yaşlarda güzel şeyler öğrendiğimiz gibi kötü , acıyıda öğreniriz. Ve bir bakmışız bu yaşlar rüzgar gibi gelip geçmiş. Bir bakmışız 20 ler gelip geçmiş 40 olmuşuz. Hayat bu 20sindede hızlı akıyor 40ındada. Yaşamımızın nefesimizi kesen guzel anlardan oluşması dileğiyle.

24 Ocak 2010 Pazar

dokunur derinlere?


En çok yara açan hemde en derinden kimlerdir? Kalbine dönüp baktığınızda en çok hasarı kim bırakmıştır yada bırakabilir? En çok sevdiklerimiz diye bir cevap duydum içimden.
Yada biz en çok kimi üzebiliriz. Canını acıtabiliriz bizi en çok sevenleri. Daha dünyaya geldiğimiz gün başlar en çok sevdiğimize verdiğimiz acı yada en çok bizi sevene yaşattığımız acı. Bu acı sonrasında güzel duygularda yaşanır elbette ama dogum sancısının acısı hiç birşeye benzetemem der benim buyuk annemJ. Hayal kurarsınız ve o hayalleriniz okadar buyuktur ki aslında o hayalleriniz bir başkasına küçük anlamsız gelir. Bir bakmışsınız ki onun hayatındaki mananızı yitirmişsinizdir ki artık sizin beraber kurdugunuz hayal sadece sizin hayaliniz olmuştur. O yüzdendir ki kurduğunuz o hayal içinde en çok hayal kırıklığını siz yaşarsınız. İnsan sevdiklerine en çok toleransı tanır. Dersiniz ki ben çok seviyorum çocukluk kardeşimi kaç defa üzsede sizi affederdiniz onu. Birgün bakmışsınızki artık onu affetmeye yüzünüz bile kalmamış. Bir zaman sonra kendiniz affedemezsiniz onu affettiğiniz günler için. ya da dostum sandığınız kişi . aslında dostluğun anlamını dahi bilmediğini. aslında hayatın nekadar ekmek okadar köfte olduğunu öğrenirsiniz. Siz bir verirsiniz o bir alır hepsi birbirini götürürken ortada sıfır kalır.
En çok sevgilinize fedakarlık yaparsınız. Hiç karşılık beklemeden ya da bir gün fedarkarlığın ne olduğunu unutacağını bilmeden. Karşınıza çıkacakları düşünmeden en çok yara alacağınız günü düşünmeden kendinizi adarsınız ona. Niye en çok sevdiklerim yaraladı diye düşünürsünüz? Suçu kimde ararsınız ? yok yok siz okadar seversiniz ki sevdiklerinizi, yine kendinizi suçlarsınız. Oysa hayatta sizden onemli ne varki? Sizin kendinizi sevdiğinizi kadar kim sevebilir sizi? Hayatta kendimiz hariç herkesi sevmeye çalışır dururuz. Kendimiz hariç herşeye odaklanırız. Ta ki acıyı içimizde hissettğimiz zaman anlarız. Çünkü acı nerdeyse merkez oradadır . sonunda acıyı bi çekeriz kendimizin değerini acı çekince anlarız. Aslında bugün hayallerden bahsetmek isterdim. Gerçekleşmesini istediğimiz hayaller. Yada gerçekleştiremediğimiz hayallerimizden. Yazı yazmanında ne güzel kısmıda bu yazı bizi sürükler. İlk başta yazacagınız şey sizin elinizdeyken birden akar gider avuçlarınızdan. Şimdide olduğu gibi. Bir sonraki yazımın konusu ise şimdiden belli oldu.Gerçekleştiremediğimiz hayallerimiz. Yada gerçekleşmesini istediğimiz hayaller:)
DİCLE

23 Ocak 2010 Cumartesi

ahh aşkın elinden!!!!!


Kederli bir hikayeyi anlatır bize minel aşk. yandaki resimin manası. AH MİNE'L AŞK. Yani ahh aşkın elinden Hat sanatında ağlayan iki göz ve bir Elif ile çizilip, hem kahderen aşk hem de kahreden gözyaşının ifadesidir. .

Aşkın binlerce tanımı var, aşkı yazan binlerce yazar binlerce alim varken aşkı yazmanın bana düşmediğini bilerek bugece aslında aşkı değilde aşkın acısının bize çekici gelen bizi esir almaya çalışan yönünü düşündüm. Ama aşk uğruna kim ne derse nedesin henüz doğru söz söylenmemiş olduğunu düşünerek benim söylediğimin kendimce yorumudur dedim..Bu gece aşkı başlatan yönünü düşündüm. Aslında aşkı değil aşka aşık olmayı. Aşk ile ilgili okadar kitap okuyup da onlardan ayrı bir şey yazamayacağımın ama aşkın gizemli yolunda yönümüzü bulmada ışık bulacağımızı düşünerek iskender pala’nın Kitan-ı Aşk kitabında söylediği bende hayranlık uyandıran kısmını paylaşmak istedim.Aslında bu acıya sebep olan sevgilinin yüzünü ilk gördüğüm andır. Yani gözümün ilk ona değdiği andır.İskender Pala ‘’Sevgili’nin yüzümü; aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır’’. Der iskender pala. Ve devam eder. Çok sonraları kalp göze diyecektir ki, “Ben bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlere itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan. Sen emir ben esir. Sonra devam eder:
- Ey göz! Sen ikisin ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?… Şimdi ağla o halde; etiğin zulmün cezasını çek bakalım.
Aşkla bakmak; yürekle bakmak demektir. Göz sadece bir fonksiyonu yürütür; ama fonksiyonun içini dolduran, onu san’ata dönüştüren gönüldür. Biz gözümüzle bakarız; ama gören gönüldür. Gönlümüzde aşk varsa, gözün gördüğü güzeldir.
.Acımızın sebebi o gözlerimizdir.ahh bizim gözlerimizmi suçludur. peki ya gönlümüzün kabahati hiç mi yoktur. göz gördükten sonra gönlümüzün komutasına girmezmi? aşk insanın yönünden döndürüp yönünü aşkın ışıgına kaptırarak lezzetine kaptırırız kendimizi o lezzetin adıda azaptır.o lezzetin tadına doyamayız.. aşkın ateşini bile bile içine atlarız.
küçük bir aşk hikayesi bize neler anlatır?
iskender pala'dan bir aşk hikayesiGeceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?
Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…
Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın… Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.
Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane ‘hakkal yakin’ biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek....

22 Ocak 2010 Cuma

DİCLE KIYISINDA EVLENMEK


DİCLE KIYISINDA EVLENMEK
Nil Karaibrahimgil, 10 yıldır birlikte olduğu reklamcı Serdar Erener’le dün akşam Nil Nehri’nin kıyısında kıyılan nikâhla dünya evine girdi. (21.01.2010)

Genelkurmay Başkanlığı dün ayrıca Şırnak'ın Merkez ilçesinde Dicle nehri kıyısında, güvenlik güçlerince gerçekleştirilen arama sonucu, bölücü terör örgütüne ait 2 adet şişme bot ile bu botlara ait çeşitli malzemelerin ele geçirildiğini bildirdi.(11.01.2010)
Bu sabah televizyonda gördüm. Şarkıcı Nil Karaibrahimgil Nil kıyısında evlenmiş. Düşünmeden edemedim. İsmim Dicle olduğundan acaba ben Dicle kıyısında evlensem nasıl olurdu diye? Hayal kurmak güzel bir şey ama ya kurduğunuz hayali bir gün gerçekleştirmek isterseniz ve gerçekleşmeyeceğinden kuşku ederseniz?
Dicle nehri, orta doğunun göz bebeği... Nazlı Dicle nehri… Hazar gölünden doğar Elazığ’ın maden ilçesinden geçerek Diyarbakır’a oradan Batman, güneyden Mardin’in sularını alarak Şırnak’ın Cizre ilçesine doğru nazlı nazlı akar. Daha sonra orta doğunun petrol cenneti Irak’a büyük zap ve küçük zap nehri ile birleşerek Mezopotamya’ya iner. Bağdat’ta Fırat nehriyle birlikte Basra körfezine dökülür. Ah Dicle nehri ilk hatırladığım ben 6 veya 7 yaşındayken kıyısında piknik yapardık. Babamda anlatır Dicle ‘de arkadaşlarıyla birlikte yüzerlermiş. Bazen nazlı akar Dicle nehri suskundur durgundur narindir yapayanlızdır. Bazen Dicle nehri asi olur baş kaldırır. Kesin kızmıştır bir şeye de kendinedir zararı.
Düşünmeden edemedim; eğer biri Dicle nehri kıyısında evlenmek isterse nasıl olurdu diye? Kavgadan yorgun düşmüş bir toprak da evlenmeye korkmaz mı insan. Gençliğinin en güzel çağında yitip gidenleri düşünmez mi insan. Peki ya Dicle kıyısında ölmek? Bazen kan akar nehir bunu bilirken evet demeye korkmaz mı insan? Birlikte bir umuda yelken açmak için acaba çok geç midir Dicle’de artık hayaller. Ya da artık hayallerimi onu korkutur olmuştur? Töreler, kurşunlar, inatlaşmalar,hastalıklar,çaresizlikler hep senin mi başına gelir hey dicle.Dicle kıyısında evlenmek, yüreğini özgür bırakıp gökyüzüne özgürlükle kucaklaşmak demek ama özgürlük için mücadele demek. Dicle kıyısında yürümek toprağın sıcaklığından korkmamak demek sıcaklığın içinde erimemek için demir gibi olmak demek… Ne kadar uzağa gitsem de içimden bir parçasın sen demek.

21 Ocak 2010 Perşembe

içimiz ısınsın diye:) üşümeyelim diye:


Hayatın kırılma noktasındayım. hayatım düz bir şekilde ilerlerken birden kırıldı. Aylardır kırılma noktasını düşünmekteyim. Bazen hayatınızda hersey istemesenizde değişmesinden korktuğunuz için size zarar versede aynı gitmesine ses çıkarmassınız. Hatta o yaşadığınız durum okadar sizi üzerki okadar bunaltır ki sırf siz alıştığınız düzeni değiştirmeye korkuyorsunuz diye susarsınız.ve bir gün istemesenizde zaten bir yerden çatırdar ve siz artık ne yapacağınızı bilmez olursunuz.işte kırılma noktasıdır hayatımızda eski hallerimizden bizi değiştiren.eskiden ben böyle değildim dersiniz.Sanki şimdi daha mutsuzum dersiniz. Yıldız kenter'in bir deyişini çok severim. mutluluklar yaşanmaz anımsanır. elbette anımsayacaksınız.şuan düşünün mutlu oldugunuz anları anımsayın.mesala ben, yeni bir kitap aldığım zaman onun temiz kapağını kaldırıp kendimiyazarın yolculuğuna bıraktığımdaki halimi anımsadım.ozamanki mutluluğumu:)
Biliyorum, bir kötü şey başınıza geldiği zaman üst üste gelir. Kimseyi gormek istemezsiniz. konuşmak istemessiniz.kafanızı yastığınıza gömüp uyumak istersiniz. işte o sıkıntılı günlerimiz varya o sıkıntılı günlerimiz. işte o zaman yaşadığımızmutlu anları anımsamalıyız.
ve hepsi geçtikten sonra bitti diyebilmek o bitme anını umut etmelisiniz.belki hayatınızın en sıkıntılı dönemindesiniz, yokuş çıkıyorsunuz.ya da uzun bir yokuş çıktınız yoruldunuz ve o yokuştan inmek üzeresiniz.Tek bir şansımız var umut etmek.Çok eskiden bunu bana umut adında bir kardeşim anlatmıştı. Tanrı insana bir sandık vermiş.bunu hiç bir zaman açmıyacakksın demiş.insan günlerce aylarca yıllarca beklemiş.bir gün dayanamayıp sandığı açmış.sandıkta 1mavi,1pembe,1sarı güvercin varmış.mavi ve pembe güvercin uçup gitmiş.insan korkudan ve heyecandan hızla sandığı kapatmış.korka korka tanrının huzuruna gitmiş.tam insan konuşacakmış ki Tanrı biliyorum demiş.Şimdi beni dinle:mavi güvercin ,ölümsüzlüktü bunu kaybettin;artık sen bi ölümlüsün demiş.Pembe güvercin sonsuz aşktı;bunua kaybettin demiş.tam arkasını dönüp gidiyrmş ki tanrı,insan heyecanla sormuş.sandıkta kalan tek kuş sarı güvercin neydi demiş.Tanrı gülmüş .UMUT demiş.İŞTE HERZAMAN HERŞEYİNİ KAYBETSEDE İNSAN SON BİR UMUTHEP YANIMIZDADIR. Umutsuzluğun olmadığı zamanda umudumuzu kaybetmeyip mutluluğu anlarda keşfetmenin güzelliği ile hayatınızın kırılma noktasında değişimlerden korkmamak için kendimize şimdi bir ışık yakıyoruz.Kalem kagıt alıyoruz. Mutlu hissettiğimiz anları yazıyoruz.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Eğer şimdi bir bilet alsaydınız nereye giderdiniz?










Hayatınızda bazı anılarınız vardır.
Tamda ihtiyacınız olduğu anda karşınıza çıkar.
Çok yoğun olabilirsiniz. Ya da boş olabilirsiniz? ama yolculuklar beni herzaman heyacanlandırmıştır. Bugün yolculuğumu kendi içimdeki anılarıma yaptım.





















AHH ahh içimdeki uzaklara gitme fikri. Bazen insan okadar bunalır ki. en güzel yolu kaçışta bulur. En güvenli yeriniz olan eviniz artık sizi sıkıyor olur.Sıkıntılı anlarımızda herzaman uzaklar bizim kurtarıcımız gibi gelir.Hayır gidemeseniz bile açıp eski resimlerinize bakmak ilaç gibi gelebilir.
En sıkıntılı anlarınızda eski kaçış anları ve kafanızın içindeki güzel anılarınız sizi kurtarabilir.
CAN YÜCEL'İN GİTMEK ŞİİRİNİN BU KISMINA BAYILIYORUM.
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına, bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle ''yanına almak istediği üç şey'' falan yok.
Bir kendisi. Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan. Ama olmuyor. .
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız ''kalk gidelim'', öbür yanımız "otur'' diyor. '
'Otur'' diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira. İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz. Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
KEŞKE BİR BİLET ALABİLSEK ŞİMDİ EN ÇOK GÖRMEK İSTEDİĞİMİZ YERE GİDEBİLSEK.
EĞER ŞİMDİ BİR BİLET ALABİLSEYDİM İLK BİLETİ MARDİN'E ALIRDIM HEM MARDİNİ HEMDE HASANKEYFİ GÖREBİLMEK İÇİN.
eskilerden ama çok eskiden kalma bir video

19 Ocak 2010 Salı

geç izlenen film AVATAR




İlk çıktığı zaman bir filmi izlemeye bayılırım.Bunun sebebide hic bir söylentilere fırsat vermeden izleyip kendimce yorumlamak isterim.malesef avatarda bunu yaşamayamadım. Çünkü oldukça zordu bilet bulmak. zaten insan bilet bulamadıkçada hevesi kaçmıyorda değil. Geçen yıldan beri fragmanları dönüp dolaşıyordu. Dün de akademi ödüllerinde en iyi filmi aldı almasınada ben niye bu filmi sevemedim.Sinema tarihinin en buyuk para harcanan filmi. Bu kadar para ve zaman harcandığına göre harika olmalı diye insan düşünmeden edemiyor.
Filmi izlerken bir önceki izlediğim filmlerin tekrarı gibi düşündüm. Bilmem bilinir mi bir film vardı japon fimi ormanı koruyan kişilerle insanlar arasındaki mücadeleden bahsediyordu. Bu filmi bana çok hatırlattığı için senoryosu tanıdık geldi.Ayrıca göklerdeki daglarıda japon filminden etkilenmişler.
ikincisi görsel olarak harika zaten 3d olması bence filmi anlamlı kılmış bana göre tabii.hani 3d olmasa İzlenirken aynı zevki alırmısınız bilemem.ama kendinizi renklerin güzelliğine kaptırıyorsunuz. eğer bir filmden sadece görsel anlamda birşeyler bekliyorsanız gerçekten görsel olarak harika olmuş. o kadar para harcanmış bence tabiki olmalı. Tipik amerikan oyunculuğundan öteye gitmiyor. hele de o mimikler.
Avatar tıpki bir kahvaltıdaki yemek istediğiniz bir çok çeşite benzemiş. Göze hitap ediyor. Acaba diyorum bendemi sorun var herkes begeniyor. daha önceki bilim kurgu filmleri düşündüm. neden bana yüzüklerin efendisindeki heyacanı yaşatmıyor? Sanırım bugün yatana kadar bunu düşüneceğim.

mini bir tavsiye!!!
Japon animasyon divası miyazakinin filmlerini izleyenler bilirler. Göklerdeki daglar,ormandaki parlayan ışıklar bana hep onu anımsattı. miyazaki kim derseniz 2001 yılında en iyi animasyon filmi olan ruhların kaçışı ödülüne sahip olmuştur.yada heidi cizgi filminin yapımcısı dersem.Onun filmlerini izlerseni ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Eğer daha önce bir miyazaki filmi izlemediyseniz avatarı beğenebilirsiniz. Ama emeğe saygı duyan bir insan olarak beğenmedim demek istemiyorum. İçim ısınmadı.

17 Ocak 2010 Pazar

Selanik+T%C3%BCrk%C3%BCs%C3%BC+-+Suzan+Karde%C5%9F+%28Solist%3A+Sezen+

pazar günü melodileri....


Yanlız olduğunda

Yada hayat seni yanlızlığa sürükliyorsa,

Herzaman şehir merkezine git.

Sadece şehir merkezindeki gürültüyü dinle

Bütün tasalarını,üzüntülerini unut git...

En sevdiğim şarkıdır bu şarkı ve ne zaman bu şarkıyı dinlesem İstiklal caddesi gelir aklıma.Havada yağmur heryer ıslak zemin. kiminin elerinde sevdiğinin sıcaklığı kimi yanlız , kimi kalabalık, kimi sözleşmiş bekler birini .Bir pazar günü istiklal bir başka değilmidir. Dünyanın neresinde olursanız olun özlemezmiyiz biz istanbul aşıkları istanbul'u... Birgün ülkemden çok uzaktayım cama yağmur vuruyor.Gözlerimi kapadım. Birden kalabalığın ortasında buldum kendimi. Herkes bir yöne yürüyor. Kimi benimle aynı yöne doğru kimi benim tam tersime yürüyor. Hepimiz yürüyoruz ,ya ellerimize yagmur vuruyor. Birden o kalabalık ortasında yolun ortasında tramvayın zili kulağımda çınlıyor. Gözlerimi açıyorum...istanbuldan ve onun merkezinden uzaktayım. Döndüğümde ilk yaptıgım şey olmuştu taksimde yürümek. Bir amacım olmasada istiklal caddesinini kokusunu almak o zamanda şimdi olduğu gibi heyacanlandırmmıştı tıpki ilkleri yaşadığımız heyacan gibi.

Bugün aynı duyguları tekrar yaşadım. Üstelik bu seferde Sezen Aksu selanik türküsü eşliğinde. Bu türküyü herkes söylemiştir. Ben istedim birde Sezen Aksu'dan dinleyin. eğer cd yi edinmek isterseniz Suzan Kardeş bekriya albümünde bulabilirsiniz.

16 Ocak 2010 Cumartesi

EN ÇOK NEYİ SEVDİNİZ VE EN ÇOK NEYİ YARIM BIRAKTINIZ???


Bugün kü havanın ve Yasemin çongar'ın yazısının etkisiyle sanırım böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Yasemin Çongar yazısının sonunda EN ÇOK NEYİ SEVDİNİZ? VE NEYİ YARIM BIRAKTINIZ? diye soruyordu.

Kuskusuz herkesin yarım bıraktığı veya en çok sevdiği birsey vardır bazen rüyalarınza girer bazen uyumasanızda aklınıza damdan düşer gibi düşer.
Bugün ben isteyerek düşündüm yarım bıraktıklarımı. onları düşünürken korkmak istemedim durdum onun bana etki etmesini beklemeden uzun uzun düşündüm.En çok yarım bıraktığım şeyin aslında en tutkuyla bağlandığım şey olduğunun farkına vardım.
zaten yarım bıraktıklarımız değilmidir bizi tutkuyla kendine bağlayan, hapseden? Eğer yarım kalmasaydı zaten bizim için tutku olmazdı ki. tamamlayamadıklarımızda değilmidir bizi tutsak eden, kendine bağlayan...
Düşündüm, kafamda yarım kalanları bıraktıklarımı tamamlamaya çalıştım. Ve karar verdim mektup yazmaya. belki aldığım ve gidemediğim yolculuk biletime. ve vazgeçtiğim tercihlerime, yarım bıraktığım herşeye.Yazdıkça rahatladım.Aslında tamamlayınca artık acı vermedğini öğrendim.
alın size bir soru!!!
En çok neyi sevdik en çok neyi yarım bıraktık?
Aslında bir ömür sorar insan kendine ACABA YARIM KALMASA NE OLURDU?
En çok yarım bıraktıklarına bağlanır insan. insan cünkü tutkularına ölesiye bağlıdır.En çok yarım bıraktıkları insanın elini kolunu bağlar.En çok yarım bıraktıkları insanı güçsüz kılar.Aslında en çok yarım bıraktıklarımız değilmidir hepimizin zayıf yanı.
teslim olmamak içimizde yarım bırakılan herşeye..... elimizde tamamalama şansı olması ve yarım bıraktıklarımızı tamamlamak için yola çıkmak dileğiyle.

14 Ocak 2010 Perşembe

zamansız anlarda zaman, gelmesi gerektiği anda yetişen zaman...



Bazı zamanlar vardır. Öylesine telaş endişe içerisindesinizdir ki bir an önce kurtulmak istersiniz.
Hadi gözlerimi kapatıyorum şimdi bütün bunlar geçsinde ben bir derin bir nefes alayım dersiniz.
Bu kimimiz için uzaktan gelen yakınını bekleme anı , askere giden sevgilisini bekleme zamanı ,bir öğrenci için final zamanları, ya da sonkez görme anı.....
Bir türlü geçmek bilmeyen o zamanlar. Hemen geçen bitip tükenen zamanlar.
Bazen yaşadığımız anın nasıl geçtiğinin farkına varmayız. Bir bakmışız bitmiş gitmiş.Bazende bitmez olmuş yıllanmış kalbinde ok gibi dipdiri durur.Bende bana acı veren durumlarda dururum nefesimi tutarım 10 kadar sayarım. geçermi geçmezzz.
ama zaman takmaz bizim acı içinde olup olmadığımızı, geçmesini istesekte gider istemesekde gider. Bir gün biteceğini bilmek işte o anlarda bizi ferahlatır. ya da bitmesin diye mutlu zamanlarda dua etmek.
Ama önemli olan o zaman geçtiğinde arkamıza baktığımızda pişmanlıkların yakmadığı biri olabilmek.
Eğer zaman geçmeseydi dursaydı? Hani bazen diyorum dursan ya gitmesen.nolur zaman bitme dediğim anlar. Peki ya acı içinde oldugum anlar bitmek bilmeseydi yaşayabilir miydim? yaşayabilir miydik hiç durmayan acıtan hislerimizle.
Kuşkusuz zaman güzellikleride siler acılarıda sildiği gibi.kuşkusuz hayatımızda iz bırakıp geçenleride biz değil zaman siler. Bugün akıp giden zamana dur demek istemiyorum. çünkü zamana yardım ediyorum silmesi gerekenler için:)

13 Ocak 2010 Çarşamba

her bir basamak....




Hayatın ısrarlı zorluklarına karşı ayak direyen biz insanlar değilmiyiz?


Biz değilmiyiz ki bazen söylensekde yoruluyorum, bıktım isyanlarımız hergün artsada, mücadelmizden vazgeçmeyende yine biz insanlarız.Hatta kimimiz vazgeçmek istede onu vazgeçirmemek için hayat sebeplerde çıkarmasını bilir. sebeplerde değilmidir zaten bizi yollara düşüren yadadüşürdüğü yoldan bizi çeviren...hayatın bize sunduğu yada sunmadıkları içerisinde bizi nelerin beklediğini bilmeden gözümüzü zirveye dikeriz. herkesin zirvesi ayrı olsada her basamaktaki zorluk farklı olsadabiz değilmiyizki her basamaklarda acı çeken. zirveye çıktığımızdada aşağı basamaktan gelenleri unutan.bugün istanbulda çok yalnız bir hava vardı. yürüdüm deniz kıyısında yürürken çıkmak istediğim kendi zirvemi düşündüm. bazı kişilere göre benimki zirve değildi ama her bir bastığım basamak bana birşeyler öğretiyordu.zirvemden vazgeçmemek için nedenler sundum önüme bazen nedenlerde yetmez ya bilirsiniz ama çaresiz bir şeyi çok istediğiniz zaman sizi ancak siz çevirebilirsiniz yolunuzdan.istanbulda bugun yanlız bir hava vardı kokusu burnuma keskin geliyordu.denize bakıyordum düşüncelerimi bırakmak istiyordum ama deniz kendinden olmayan birşeyi kabul etmez bunu biliyordum.hayatın basamaklarını çıkarken keşke yorulmasak. keşke zirvelere çıkmak için bazen o yolda yanlızlaşmasak.

12 Ocak 2010 Salı

baygınlık yaratan diziler bitsinn yaa yayından alın bunları




Blogun olmasının en güzel tarafıda sesiini duyarabilme ve kimse seni dinlemesede içini rahatlatabilmesidir. Boşa çığlık atsanda kendin çalıp dinlesende eee ben bunu yazarım mı yazarım diyebileceğin mekandır. ne zamandırda yazmak istiyordum. bu televizyonda eviirip çevirip aynı dizileri tekrar tekraaaar zorla izlettirme çabasını.. tamda bügun sevgili ballı dostumla konuşuyorduk ki kendisi hasta( geçmiş olsunn bitanem). dedikten sonra ben bunu blogumda yazarım dedim.geçen gün bir yazar hani bu gazetede tv dizileri ile ilgili yazan yazarların kendisi diorki en sevilen dizi cennet mahallesi hala reyting alıyor . EEee tabi alır sen sürekli sabahtan akşama yayınlarsan olacağı budur. ben bilmiyorum kaç senedir bu dizi yayında bir araştırıyım dedim ilk 2004 yılında yayınlanmış.İnanamıyorum ya biz 2010 yılındayız.




gelelim bir başka sürekli yayınlanan diziye ARKA SOKAKLAR. Bizim Türk kanalları zaten oldum olası takarlar hele bir dizi biraz sevilmesin çocuklar duymasın,avrupa yakası, adanalı.... tekrar tekrar verirlerki izleyici bayılsın diye heralde .


diger nefret ettiğim bir dizi unutulmaz. ne saçma sapan bir dizidir. tutkunlarıda var bu dizinin!!!!!


hayır açma kapa izleme diyenleri duyuyorum. tabiiki kapatıyorum ne yani bide izlyecekmiydim.


umarım günün birinde televizyon sektörü iyi yerlere gelir. ama bence hiç bir zaman türkiyede iyi bir yere gelemiyecek. beni üzen diğer bir konuda onun gibi dizlerin yayınlandığı saatlerde çocukların olması.


Televizyonun çocuk için zararları ile yazımı bitirmek istiyorum

1- Şiddet görüntüleriyle şiddet uygulamaya meyelan hasıl etme,
2- Gayri ahlâkî görüntülerin çocuğa ve aileye menfî tesirleri,

3- Seviyesiz eğlence kültürünün özendirilmesi,

4- Oluşturulan modellerdeki kişiler arası münasebetlerin sığ ve menfaat kaynaklı olması,
5- Kültürel değerlerin yozlaştırılması ve başka kültürlerin özendirilmesi,

6- Aile fertlerinin birbirleriyle olan münasebetini azaltması ve yalnızlığa sebep olması,

7- Mühim hâdiselere karşı sistemli bir hissizleşme,

8- Korku kültürünün yaygınlaştırılması ve bundan menfaat elde etme,
9- İnsanları çaresizliğe ve karamsarlığa iten konuların reyting malzemesi yapılması,

10- Çalışarak kazanma yerine, ‘Çalışmadan köşeyi dön!’ anlayışının yerleştirilmesi,

11- Tüketim ve kazanç uğruna her türlü değerin çiğnenmesi,
12- İnsanlara yalancı cennetler oluşturularak, gerçeklerden koparılması
aslında konu tv olunca yazılacak çok konu oluyor ama ben bu köşesinden tutmak istedim. sizlerde başka köşesinden tutarsınız. :)

11 Ocak 2010 Pazartesi

aradayım... arada kalmak zor bişi olsa gerek

bazı günler kendimi arada sıkışmış hissediyorum. Ama nereye gidersem gideyim bir tarafım hep tamda olduğum yerde kalıyor. Bazı günler ise aslında diyorum bir yerlere gitsem mi. Gittiğimde de aklım kalıyor gitmediğimde de. Arada sıkışıp kalıyorum gitmek ve gitmemek arasında. Küçükken susam sokağını izlemeyen yoktu. Orda bir kukla vardı arada kaldım diyip duruyordu. Aradayım sanki kutuda sardalyeyim. EEE ARADA OLMAK PEK HOŞ DEĞİL DİYORDU…. Anlarsınız ya aradayım….


Aradayım;
Mantığım ya da kalbimin
Gitmenin ya da kalmanın
Gülmenin ya da ağlamanın
Avrupa’nın ya da Asya’nın
İstanbul’un ya da başka şehirlerin
Gözyaşlarım ile hıçkırıklarımın
Seçmek istediklerimin ya da seçme zorunda olduklarımın
Memleketim ile gurbetliğin
Anlarsınız ya arada kaldım…..
Arada olmak zor bir şey olsa gerekJ

Videobu - Susam Sokağı - Arada Kaldım

Videobu - Susam Sokağı - Arada Kaldım

7 Ocak 2010 Perşembe

MURPY'S LAW, POZİTİF PSİKOLOJİ VE SECRET:)


Murph kanunu ve pozitif psikoloji, secret:)
Hani diyorlar ya olumlu düşün olumlu olsun nedense nezaman olumlu düşünsem bana hiç olumlu bir şey olmaz hatta daha beter şeylere maruz kalırımve derimki yanlız bana mi oluyor?
Mesala hava güneşlidir montsuz çıkarım aklımdan bile geçmez yağmur yağacağı birde bakarım yağmur yağar. Veya bir şey ters gidiyorsa yani gideceği varsa gider tamam derim güzel olucak herşey bu sefer harika olucak diye secret yaparım hayır değişmez başka şeyler gelir ve o gelen şeyler öyle terstirki bir öncekini aratır olur. İşte bu noktada pozitif psikoloji ve secret gümlerJ Murphy Kanunları", Amerikalı mühendis Edward A. Murphy, jr. tarafından, başarısızlıklar ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi üzerine ortaya konan özdeyişlerdir.[1] ABD'li bir uçak teknisyeni tarafından bulunan "Murphy Kanunları", yıllardır günlük hayatta karşılaşılan sorunların çözümünde kullanılıyor. Edinilen bilgiye göre, "Ters gitmesi olası her şey, er ya da geç ters gider" yasası olarak bilinen "Murhpy Kanunları. Evet evet çok doğru. Mesela sınava çalışırsınız ama hoca hep en az çalıştığınız yerden sorar. Uzun zaman iş beklersiniz. Aynı anda iki iş gelir ve siz ikisindende olursunuz ki bu benim başıma gelmiş bulunmakta! Annem bir yere gitmek ister bugun misafir gelirse bak gidemeyiz der ama tam çıkacakken gelir ve o misafirler normal zamanlar hiçgelmez niyeee? Reçelli ekmek yere düşerse hep reçelli tarafı halıya düşer ve anneniz size bağırır. Uyuyan bebek annesi babası uyuyunca uyanır. Bir kişi boyalı masaya değmeyin derse mutlaka değilecektir o boyalı masaya :P haha
Gibi devam eden tam 100 tane kural varki bir göz atıp okuyun derimJ ama bir psikolog olarak ben derim ki bir şey eğer kötü gidiyorsa hemen önlemini al ki herşey kötü olmadan en az zararla atlat. Ve herzaman bir şey ters gidemez tabiki güzel olacak şeylerde vardır.
Ve aşk üzerine hoşuma gidenler…. sanırım bunlar işimize yarayabilir diye düşündüm bilelim ama dimi ona göre kontrol altına almaya çalışalım:P
Mörfi'nin Aşk Kanunları
1. Güzel olanların hepsi kapılmıştır.
2. Eğer bunlardan biri boşsa, bunun bir nedeni vardır.
3. Güzel olan, sizden uzakta olandır.
4. Zeka x Güzellik x Bulunulabilirlik sabit bir değerdir. Değişmez.
5. Birinin sana olan aşkı, senin ona olan aşkın kadardır.
6. Para aşkı satın alamaz, ama seni iyi bir konuma getirdiği de kesindir.
7. Dünyadaki en iyi şeyler hep bedavadır --- ve her kuruşuna değer.
8. Her kibar etki, kibar olmayan tepkiye sahiptir.
9. Hoş erkekler (kızlar) FINISH LAST


Gelelim pozitif düşünceye;Her şey Düşüncemizin Ürünüdür. Olumlu düşünürseniz hayatınız da, siz de olumlu olursunuz aksi halde , siz de hayatınız da olumsuzdur. Güçlü ve başarılı olacağınızı , güçlü ve başarılı olduğunuzu düşünürseniz güçlü ve başarılı olursunuz. Bunun tersi mümkün olamaz. Bir işe başlarken başarısız olmak gibi bir şeyi asla düşünmeyin. Başarısızlık gibi olumsuz düşünceler aklınıza geldiğinde bunları hızla zihninizden uzaklaştırıp olumlu düşünmeye başlayın. Başarılı ve mutlu olmak için tek yapmanız gereken kendinize güvenmek, gücünüze inanmaktır. Diyor.
Hayatta herzaman olumlu olumsuz giden şeyler olacaktır. Tabiki hayat düz bir yol değildir. Hayat olumsuzlukları ilede güzeldir. Keşke hersey isteğimiz gibi gidebilse ve hayat bize sevdiklerimizi, istediklerimizi verse. Bir düşünelim; herseferinde istediğimiz olsaydı, yada giyinip süslenmiş dışarı çıkmışız herseferinde yagmur yağmayacağını bilmiş olsaydık. Oysaki o gün yagmur yağmış saçınız bozulmuştu . başına bir şey gelmesinin en güzel yanı rutinlikten bizi kurtarmasıdır. Çünkü iz insanoğlu alıştığımız şeylerden çok zor vazgeceriz. Bizim saçımızı taradığımız yön değişecek diye korkarız. İyki hayat düz bir yol değil . ve iyki hayat yokuşda değil. Seni seviyorum murphy:P

6 Ocak 2010 Çarşamba



En iyi meslek hangisi?
Bugün bir yazı okudum. hani aileler daha doğmadan der ya çocuğum büyünce doktor olsun yok yok hanım mühendis olsun. hani çocuğa sorulmaz bile eline yetenekleri vardı çocuğun harika resim yapıyordu aile matematik zayıf diye gebertir dayaktan.

Şu meşhur ülke olan amerika bir araştırma yapmış . bu yılın en iyi ve en kötü mesleklerini belirlemiş. Yazıda diyorki geçen yıl ekonomik kriz sebebiyle işten çıkarılma çok oldu ve böyle bir ortamda iş bulmak hayal diyordu. Ve 200 iş kolu üzerinde bir araştırma yapınca ortaya en iyi ve en kötü meslekler çıkıyorve üzgünüm ki hayllerimizi süsleyen meslekler ortaya çıkmadığı görülüyor. ‘2010'un yapılabilecek en iyi mesleği "sigorta uzmanlığı’ en iyi ikinci meslek yazılım mühendisliği,sistem analizi, biyolog,istatistikçilik, muhasebecilik, dişçilerde hijyen uzmanlığı diye devam ediyor liste. En kötü meslekler ise, kaynakçılık, demir ustaları,inşaat işçiliği,taksicilik yani beden işçileri. Sabah erken saatinde uyanıp, günde en az 13 saatten aşağı çalışmayan kişiler. Hayatın bütün zor şartlarını gögüsleyen kişiler.
Birde listede bizim mesleğe baktim ııı cık listeye girememiş bile psikolog, türkiyede yasası olmayan meslek, ben psikologum diyince o ilac yazabiliyor mu? Yada sen deli doktor’u musun? Yaa seninde işin ne zor onun bunun derdini dinliyorsun diye hertürlü maruz kalan meslek grubu.
Hani okurken bir sürü hayalleriniz oluyor. Sanki mezun olunca herşeyi siz düzeltecekmişsiniz gibi düşünüyorsunuz. Ama hayat daha okulun kapısından çıktığınız ilk anda şak diye uyandırıyor sizi o pembe idealist düşüncelerinizden. Aslında sizin mesleğinize verdiğiniz degeri kimsenin vermediğini aslında kimsenin umrunda bile olmadığını , gözleriniz yaşlı işyerlerinden ayrıldığınız iş görüşmelerinden bıkkınlıklarınızdan, sıyrılıp hayata dönüp bakarak ama ben para istemiyorum ki. Sadece mesleğimi istiyorum diyorsunuz. Aslında arağınız şeyin istediğiniz şey olmadığını düşündüğünüz hiç oluyor mu? Benim oluyor. Kararsızlıklarımda oluyor elbet ee bittabi pişmanlıklar. Hani kararlı ben bunu istiyorum diyen insanlara nasılda özeniyorum. Ben hem psikolog olmak istiyorum, hem yazar hem, arastırmacı. Yani ne istediğimi bilmiyor mu oluyorum ben şimdi. Peki isteklerimiz hiç bitmek bilir mi? Bence yaşadığımız müddetçe biz insanlar sadece isteriz. Hayat bize bazen sunmasada isteklerimizi yerine istemediklerimizi sunsa da ve biz gene isteriz isteriz kardeşim:)

5 Ocak 2010 Salı

kalabalıklarda ansızın gelen düşüncelerim


Çeşitli renkler sunarsa da ve bu size cazip gelsede, Uzun bir yoldur hayat.
Birgün evdn cıkarsınız. Karşınıza kimin çıkacağını bilmeden yada kimin kapısını çalacağınıı düşünmeden. Aslında gitmek için bir hedefiniz vardır ama yürüken birçok yola sapacağımızı bilmeden. Ve dönüp yola bakarsın geriye dönmek istersiniz artık coktan içiçe geçmiş bir hayat vardır cıkmaz yollarıyla birlikte.
sonunda bilgisayarıma kavuştum. Uzun zamandır ki bu uzun zaman baya uzun bir zaman oldu kardeşimin laptop’una el koymuş bulunmaktaydım. Artık kendiminkinde olduğuna göre daha güzel bir yazı yazabilirim. Bilgisayarımı elime aldığımda okadar yenilenmiştiki inanamadım. Açıp bakınca eski bilgisayardı ama yepyeni. Tıpki değişime uğramış bizler gibi dış yüzeyi eskise bile içine bakıldığında bambaşka olan insanlar gibi. Suan bir kafe cayımı yudumlarken yazımı yazıyorum ve iç kısmı yepyeni olan yeni laptop’um ve dışı aynı içi artık bambaşka olan yeni bir ben ile. Yazı yazmanın iştah kabartıcı kısmıda; kalabalığın can noktasında olup hayat akarken sen ise içine dönmüş bambaşka dünyalara dalıp gitmissin. İçinden belki kahkahalarla gülüyorken bir an geliyor çığlıkla ağlıyorken. Yazıyorum evet dşünmeden aklıma gelen ilk kelimelerle hata yapmaya korkmadan uyarılmadan. Nefesim kesilmeden imla hatası yapıyorsun kızım düzelt diye birisinin uyarısından korkmadan. İçimi dökerek tamda istanbulun en ihtişamlı koprusunun ayagında bir yanım asyaya bakarken bir yanım avrupada kalmışsken çevremde bakıp geçenlere aldırmadan yazıyorum. Yazmanın özgürlüğü ile bir ben olup bütünleşiyorum. Burnumda sıcacık simidimin kokusyla avucumda yazının akışıyla günün kararmasına aldırmadan yazı yazıyorum. İrkiliyorum havaya bakıyorum lacivert mavi ve soğuk bir renk olduğunu farkediyorum. Kafamın içerisinde bir büyük dünya bırakıyorum. Tekrar kalabalığın olduğu noktada sakinlikle kucaklaşıyorum. Farkındalıklarımız var ki farkında olamadıklarımız. Ta kalabalığın orta nokta noktasında hızlı bir yaşam var ben dururken. Herşeyin en yenisi ne güzel başlarken tad alır ya insan ,eskidikçe unutlur gider bırakırız, sıkılırız. İlk başlangıçlar değilmidir bizi hayata bağlayan. Başlarkenki tazelik korumazmı eskidikçe değerini. Nekadar eskisede eskisin değerini korumazmı eskinin. Bir gelen digerini aratmaz mı hayatta. Ruhundan bir parça gitsede senden oteye gelsede yerine bir başka hikaye durup eski hikayelerimize takılı kalmazmıyız hayatta.
Yeni bir başlangıç herzaman temizliktir. Ben cocukken hatırlıyorum ananem bahar temizliği yapardı hergün evini temizlemesine rağmen o bahar temizliği o minik evine bir huzur yenilik, şenlik getirirdi. Anlıyorumki koca koca ananelerimiz babannnelermiz boşa yapmazmış o temizlikleri . eski kalsada hersey yerine yeni gibi koksun diye, dönüp bakıyorum arkama artık bakmak istemiyorum çünkü eski hikayeler acı da veriyor insana. Hayat iyki yenileniyor diyorum. Eskiyi hatıralarda birde bıraktıklarımız var ya işte kalbimize onlar dokunuyor. Ellerimi başıma koyuyorum zihinimdeki kötü anılarıma reset atıyorum. Tıpki bilgisayarıma yaptıkları gibi. DIŞI AYNI AMA İÇİ YEPYENİ…..

4 Ocak 2010 Pazartesi

kışın anımsattıkları,,,


kafanızı camdan dışarı çıkartıp baktığınızda dışarıda hiç durmayan bir hayat vardır. kış günü sıcak yaz gününe mesafelidir.
Kış günü hava buz gibidir ve bir sıcaklık arar insan. Nerde bulacağını düşünür. Buz gibi bir havada eleele tutuşan sevgililer hiç mi üşümez diye sorarsın, yada buz gibi bir havada sıcacık bir gögüse yaslanan o başınız hiç mi üşümez. Tabiî ki üşümez insanın sevdikleri, sevdiği, yanında olduktan sonra kim üşür ki. Kafamı cama yasladığımda dışarıda üşüyen kimsesizleri düşündüm. Hayatta bütün sevdiklerini kaybetmiş kimsesizleri ya da sevdikleri tarafından terk edilmişleri. Hayatta ne zaman üşüseniz yanınızda sevdikleriniz olunca ısınırsınız. Sokakta soğuğun altında saatlerce beklesiniz bile gelen sevdiklerinizden biri olduktan sonra beklemenin süresinin uzun olmasının önemi kalmaz. Bugün kafamı cama yasladığımda yüzüme değen soğukluk canımı acıttı. Uzakta olan sevdiklerim, göremediklerim bir daha göremeyeceklerim. uzaktaki sevdiklerim yakında ama göremediğim sevdiklerim.

Bu gün bir arkadaşımla telefon görüşmesi yapıyorum kendisi o kadar uzakta ki sesi bana öylesine iyi geldi ki. Nişanlandığını öğrendim. Derin sevincimin birlikteliğinde gelen içimi ölesiye acıtan mutsuzluğu anlatamam. O an uzaklığın acımasızlığı içerisinde lanetler yağdırdım mesafelere. En güzel zamanlarında yoktum ki ben yanında. Ne zaman acı mutlu anlarında yanında olmak istesem uzaktı işte , ama Uzaklığı bana bir ders veriyordu. bak diyor du Yakınındaki sevdiklerine öylesine sarıl ki onlar senden bir cm uzağa gitseler Sen bugün camdan baktığında dışarıyı düşündüğün gibi üşürsün.
Sevdiklerimizin varlığı bizleri ısıtır. Bir kış günü oturup dısarı baktığınızda yüzündeki gülümseme var ise sevdiklerimizin varlığı tıpkı üzerimize örtülü batanniye gibidir ve onların mutlu olması bize gelen en güzel hediyedir.
birini severiz uzaklığın yakınlığın anlamını düşünmeden mesafelerden korkmadan severiz. biliriz ki sevmek insanın vazgeçemediği insana hayat veren mükemmel bir duygudur. kış mevsimi soğuk olsada karla karışık yagmur olsada içimizi ısıtan sevgi sözcükleri bize kalsın.

2 Ocak 2010 Cumartesi

kimseye sezdirmeden....



Yeni bir yıl; yeni gelen bir yıl.

Değişimler, kararlar, mutfakta pişen tadına bakamadığımız henüz ne yiyeceğimizi bilmediğimiz acı, tatlı, tuzsuz, hikâyelerimiz. Alt tarafı 2010 giriyoruz. Engin ardıç’ın yazısında 'Johann Strauss'un "Yarasa" operetini bilir misiniz, bir yılbaşı gecesi cereyan eder... Orada gardiyan Frosch tam saat on ikide takvimin yaprağını koparır, "31 Aralık" yaprağının altından "32 Aralık" çıkar. Sözü çok hoşuma gitti. Gece yattık sabah kalktı takvimin yaprağı değişmiş hepsi bu' diyordu. Çok hoşuma gitti. Dedim ki gerçekten hayatında hiç bir şeyin değişmesini istemeyen, artık hayalleri maddi çıkarlardan ibaret olmuş, kafasını çevirdiğinde kırdığı kalplerin farkına varmayan, belki bugünü bile kendince beraber geçirmek isteyen aileleri günah işliyorsunuz diye insanları yargılayan insanların hayatında cidden 32 , 33, diye gider. Bence o hayat onlar için hiç değişmez. Kısır bir döngü içerisinde yuvarlanıp gider. Yaptığı hataların farkına varamaz. Cok yazıktırki en çok günah diyenler azgından düşürmeyenler kendilerinin günah işlediğini görmez. Çünkü kendilerine bakmazlar ki görsünler ona buna bakmaktan. Yeni yıla nasıl girerseniz öyle geçermiş. Çok şükür ben 2010 yılına sevdiklerimle girdim. Çok şükür insanların yargılanmadığı birbirini koşulsuz seven kişilerle ertesi güne hazırlandım. Ve 1999,2009,2010…..2050 olsa da bildim ki günlere sevdiklerinle girmek, sevdiklerinle yaşamak çok güzelmiş. Hayatında olması çok güzelmiş. Hırsın, paranın, kırgınlığın yalanlığın olmadığı bir güne hazırlandım. Ve bildim ki yeni yıl, kutlamalar değil di beni heyecanlandıran. Yeni bir güne hazırlanırken vicdan azabım yoktu. Kırgınlıklarım vardı , ama kırdıklarım yoktu. Paranın değersizliği vardı, NANKÖRLÜK ASLA YOKTU. Şuursuz insani istekler yoktu. Yılbaşı akşamından bahsetmiyorum. zaten o günün önemi de yok.






Bu bir kaç gün yolculuk yaptım ben. gözlerim sevdiklerimi izledi. onlara sorular sordum içimden cevaplar beklemeden haberleri olmadan.. uzun yola gittiğimizde babacığıma içimden beni sevdiğini sordum. cevabını almadan çünkü bu cevaba ihtiyacım yoktu. anneciğimle mutfakta bulaşık yıkarken usulca içimden sordum ; cevabını beklemedim. kardeşime o uyurken usulca sordum; abla olmanın zorluğunu bilerek. ve döndüm dostuma o gözünü açıp kapayana kadar sordum. yanımdaydı ya herzaman elimi tutuyordu ya cevabımı aldım. ,ve hayatımın ruhuna sordum .hepsini onlar duymadan sordum, üfledim kulaklarına .



emindim çünkü cevaplarından. almasamda hoşuma gidiyordu. gözlerimi onlarla açmak kapamak, sorular sormak, cevaplarını beklememek. gülmek ,ağlamak, kaybetmekten korkmak. ama kaybetmemek için çabalamak. her günün kaybedilceğiniyada kazandıracağını bildiren yeni yılın anlamı benim için bu sene buydu. ama ne olursa olsun sevdiklerini kaybetmemekti. her güne şükür etmekti.