Hakkımda

27 Nisan 2010 Salı

peki ya kararlar?


Beklide aradığını bulamamanın vermiş olduğu bir yıkıklık mıydı? Yoksa hayal kırıklığının sonunda aldığı yanlış kararlar mıydı? Uzun bir yürüyüş iyi gelecek diye düşündü, haydarpaşa’dan kalkan vapura bindi Eminönü’ne doğru yola çıktı, vapurun arkasına geçti, kimisi martılara simit veriyor kimisi manzarayı izliyordu. O ise sadece geminin en uç kısmında gözlerini aşağı dikmiş suların köpürerek gitmesini izliyordu. Bazen içine girmiş gibi oluyor yüzü ürperiyordu, sanki birden suyun içindeymiş gibi hissetti ve gözlerini kapattı. Mavi ama kristal ama yumuşak sanki sadece kendisinin hissedebildiği bir dünyada gözlerini açmak istedi, hissetmek istedi birden bir şey hissedemedi, biraz sıkıldı bu duruma dalmaya çalıştı hayır yine hissedemedi, nereye gitmişti o duyduğu heyecanlar, korkular, mutluluklar, üzüntüler, kızgınlıklar onu kısa bir süre önce terk etmişti.
Bir an için bütün duygularımızın gittiğini düşünelim, artık hiçbir şeye üzülmez olduğumuzu ya da artık hiç bir şeyin bizi öfkelendiremediğini, aslında mutluluk diye bir şey olmadığını mutluluğun denizi dibinde bile bulamadığınızı, aslında aradığımız şeyi unuttuğumuzu. Bir den düşündüm, duygularıyla hareket eden insanları acaba mantıklarıyla hareket edenler? Her şey bir yana şimdi diyebilirsiniz insan bazı durumda duygularının esiri iken bazı durumda ise mantığının esiri edebiliyor. Kimimiz en çok mantığını dinlerken kimimiz duygularını dinleyerek kendine yön veriyor. Ama ne olursa olalım verdiğimiz kararda hangi yönümüz ağır basarsak bassın önemli olan karşımızdakini yargılamamak önemli olan kendini yargılamamaktır. Peki ya verilen kararların yarattığı pişmanlıklar? Ve pişman olsak da hayat bize pişmanlıklarımızla birlikte yön verir. yön verirken de yoğurdu üfleyerek yemeyi öğretir….

22 Nisan 2010 Perşembe

Çocukluğumdan beri yazı yazan ben son 5 -6 yıldır ara vermiştim...
Bir gün yolda yürürken defterimi çıkardım, hava buz gibiydi ve yağmurlu metronun girişindeydim ve inanılmz üzgündüm. aşağıya doğru inerken müziğin sesiyle birlikte hemen yürür vaziyette bir şeyler yazdım rahatladım. Derken yazılar yazılınca iyi gelmeye başladı. Deftere değil bilgisayarıma geçtim. Tuş seslerini tıkırtısıyla içimdeki acının hüzün’ümün bekli de kaygının sebebini değil de anlaşılamazlığın vermiş olduğu acının dinmesini yazılarımda takip ediyordum. Gerçekten yazarken şunu fark ettim, yazının tamir edici etkisini ve yazarken komik bir şey anlatırken gülmenize bazen kaşlarımı ve dudaklarımı büzüşmesini fark ettim. Yazılar mimiklerime de yön veriyordu. En güzeli kendime ait bir mekân olması bu mekânda kıyıda oturur gibi yazı yazmak istedim ve adını diclekiyisindamasalkentim bıraktım. Ve bu kentte sadece iyi şeyler olmalıydı, başta hikâyeler yazmak istedim. Hatta yazdım kenara koydum( ama yayımlamadım). Sadece düşündürsün istedim ve hayatta gözlediklerim olsun istedim hem benden, hem çevremden, hem gördüklerimden, sadece bana özel olsun istedim. Öfke olmasın, kırıcı olmasın, masum olsun, yumuşak olsun anlaşılır olsun en önemlisi anlayan olsun istedim. TABİKİ Bazen köşe yazarlarından etkilendim.
Daha önce kimselere gösteremediğim beni tanıyanların bile yeni keşfedebildiğini nasıl yaptığımdı. Benim blogumda yazılanların hepsi bana aittir. Hiçbir yerden alıntı yapmadım. Alıntı yaptıklarımı belirtiyorum. Sanırım son zamanlarda sorulan sorulardan bir tanesi sen mi yazıyorsun? Alıntı sanmıştım, cidden sen mi yazıyorsun? Harika yazıyormuşsun? Bütün tepkiler için teşekkür ederim. GERÇEKTEN HEPSİNİ BEN YAZIYORUM…

kendine hediye zamanlar....(bir insanın kendine yaptığı en güzel şeylerden birtanesi)


Sadece zamanın hızlı ve yoğun temposunda bir vakit kendine kalmak ister insan. Bazı zamanlar buna ihtiyacımız olur ama sakin bir vakit bulamayabiliriz. Bazı zamanlar ise vakit olur sessiz bir yer bulamayız. O zaman kısıtlı zamanlar yapabileceğimiz bize iyi gelen sadece ihtiyacımız olan kendimize hediye zamanların bir listesini kendime özgü bir biçimle yorumladım.
Uzun zamandır kafamı dinleyecek sessiz ama deniz kenarında kitap okuyup kahve içmek istiyordum ve böyle bir yer arıyordum. Nihayet aramalarım sonucuna ulaştı buldum!!!
Bazen kendinizi yorgun mutsuz çareSİZSİNİZ gibi hissedersiniz. Size en iyi yine kendiniz gelecektir. Ve kendinize güzel zamanları da ayırma vakti gelmiştir. Kimimiz için güzel bir alışveriş, kimimiz için evde pijamalarıyla akşama kadar şımarıkça oturmak…. ben de sahilde kitap okuyarak:):):):)
Her şey bir yana insanın kendine yapabileceği en güzel şeylerden bir tanesi de kendine hediye zamanları olmasıdır. Bunun içindir size iyi gelecek şeyleri iyi bilmek bazen önce ben diyebilmektir. Yazarın biri hayatımız boyunca en az tanıdığımız kendimiziz belki de bu yüzden başkasına ihtiyaç duyuyoruz. Ve hayatta en çok en az tanıdığımız kendi sesimiz belki de hiç tanımıyoruz…
Kendimizi tanımak için kendimize zaman ayırmak gerekir… ve en güzel sürprizlerle kendimiz ödüllendirerek hayatı hem kendimizle hem sevdiklerimizle hem yoğun, hem ıssız, hem dolu hem coşkulu yaşamak dileğiyle....

21 Nisan 2010 Çarşamba


Sanırım bazı şeylerden vazgeçmek demek kendinden vazgeçmek ile aynı orantılıymış. İstediklerin vazgeçtiklerin hayat boyu derinlerde bir yerde seninle olmak demekmiş. Uzun yıllar istediklerinin yerini başka şeylerin aldığını görmek, aslında hayatın size sunduğu ile sizin beklediğinizin arasında uçurumun olduğunu kabul etmekmiş. Peki ya gönlümüzde iz bırakan her şey… Bir gün gelirde artık kapılardan sığmayacak kadar büyük olmuş içinizde gizlenemez olmuşsa? Ve artık siz kendinize söyleyecek avutacak kelimeleri arar olursunuz.
Her yer sessiz iken kafanızın içinde bağıran biri vardır.
Özdemir Asaf’ın dediği gibi
Bir şey kaldı gecelerden birindeSenden.
Öncesinde bilinmemiş bir şey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük,
kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamaların arasında kaçamaklı
Aranır dururuz içimizde bir yerde kalan her şeyi, sadece bakarsınız ve sonrasında uzak gördüğünüz her yere gözleriniz dalar. Bugün denize doğru dalmış gitmişken sadece düşüncelerimden bir parçası denize dökülmüştü… Beni terk etmek üzere

20 Nisan 2010 Salı

Yaza yaza silmek, henüz yazmaya başlamamak. Dün ve bugün ve uzun zaman oturup yazı yazmak istedimse de bu mümkün pek olamıyor. Nerdeyse bir haftadır blogumu ihmal ettim. Aslında yazmak için zaman ayırsam da yazacaklarımı toparlayamadım. Bazen durup çok şey söylemek istersiniz, zamanın bir yerinde ya kendinizedir söyleyecekleriniz ya başkasına. Peki söyleyeceklerimizin dilimizde mühürlenmesi? Tam çıkacak iken düşüncelerimizde yaratan soru işaretleri. Söylemek istediklerimiz ve söyleyemediklerimiz… Söylerken yarım kalan cümlelerimiz… birine bir söz söylediğiniz zaman o dilimiz yay olmuş kelimeleri ok gibi fırlatmış karşısındakinin ya beynine ya kalbine ulaşır. Ulaşır ve gider derinde bir yerlere. bazen de kendi içimizde söyleriz .
Bir gün uzak çok yüksek bir yerden aşağı doğru bakarken yavaşça asansör beni aşağı doğru indirdi. Üzerimde yüksekte duyduğu güven vardı nasıl olsa ben YÜKSEK BİR YERDEYİM…. yüksek bir yerde iken aşağıdan görünenleri çok ama çok küçük zannederiz. Yanlarına geldiğimiz zaman bizim aslında ötekinden hiçbir farkımız olmadığını aslında öteki demenin bizden daha küçük hatta belki bizden daha büyük olmadığını anlarız. anlarız ki kim olursak olalım... kim olur sa olsun biz her durumda eşit olmak zorundayız... eşit olmalıyız.....

14 Nisan 2010 Çarşamba

kağıttan gemilerden boğazdaki teknelere:):)


(birde bu miniklerle en dağınık zamanda birden karşılaştığımızı düşünelim)
Henüz daha çocuk iken Su birinkitisi gördüğüm zaman kağıttan gemi yapardım onları yüzdürürdüm. Onları yüzdürürken bir ikincisini yapardım derken bu çoğalırdı suyun üzerinde oluşan beyaz kar gibi gemileri yüzdürmeye bayılırdım. Bu sabah aslında eski bir dostuma rastladım. Çocukluğumdaki en keyif aldığım zamanlardan bir tanesi Avrupa yakasından Asya yakasına geçerken camıma gelip tıkladı. Dışarı baktığım zaman Ortaköy’ün orda mavi lacivert suyun üzerindeki bir sürü ama sayısı sayılmayacak kadar çok olan kar gibi bembeyaz balıkçı tekneleri izleyerek Avrupa’dan Asya’ya geçerken bir an gözümde eski günlerdeki anlarımı anımsadım. Aklım teknelerin güzelliğinde kaldı. Belki sizlerde gördünüz onları. Çünkü bu sabah herkesi neşeleriyle selamlıyorlardı.
Ps:Ayrıca blogumu sessiz bir yerde yazmak istiyorum ama annem okadar sesli bir şekilde yaprak dökümünü dinliyor ki Hayriye hanımın sesi sinirimi bozdu ve yazım yarım kaldı .Bitsin bu yaprak dökümü

12 Nisan 2010 Pazartesi

iyi sabahlar:):) ya da iyi yarışlar:):):):)



Her sabah evimden çıkıp yolu uzun olan bir maratona çıkıyor gibiyim. Işıklar yanıyor. Kırmızı ve siz yeşili görünce başlangıç çizgisinden harekete başlıyorsunuz. Ve varış noktasına kadar neyle ve kimle karşılaşacağınızı bilmeden sadece varış noktasını sizin gibi düşünen ve sizinle aynı yolları paylaşan insanlarla aynı yolu hatta aynı taşıtları kullanıyorsunuz. Özellikle kalabalık şehirlerde taşıt kullanıyorsanız bu sizin için öykü dizisi olmuştur. Her gün yanı başınızda yaşanan traji komik olaylar dizisini yaşayarak varış çizgisine varıyorsunuz. Ya da o yaşanan olayın başkahramanı oluveriyorsunuzdur. Metrobüsü kullanan, kullanmış olan ve kullanmayı düşünenlere yönelik bir yazı yazıyorum uzun zamandır yolda yaşananları biriktiriyorum. Uzun zamandır açılmış olmasına rağmen ilk defa bu sene kullanmaya başladım. Tabi her başlayan gibi acemiliğiniz oluyor. Kapılarının nerede açıldığını bilmediğiniz için ayakta kalıyorsunuz. Sırada onu bunu itikleyemiyorsunuz o yüzden ayakta seyahat ediyorsunuz. Hatta bazen siz ayakta iken oturan biri kalktığı zaman 30 kişinin aynı gözlerle o koltuğa bakışını izliyorsunuz ve işte ben kazandım diye oturanın hain için için gülüşüne tanık oluyorsunuz…. Bazen en önde duruyorsunuz ama arka sıradakilerin itiklemeleri üzere yere düşenlere bakıp ezilmesin diye siz dururken onu ezmeye çalışan kalabalığı durduramıyorsunuz. Ve bir bakıyorsunuz aynı şey sizin başınıza gelmiş… Hayır, her şey bir yana o merdivenleri o kadar yüksek ki hadi asansör kullanayım diyorsunuz. Engelli asansörüne yürürken kendiniz kullandığınız için suçlu hissediyorsunuz. Ama her gün o merdivenleri inip çıkan biri olarak bazı günler o asansörü tercih ediyorsunuz içinizdeki suçlu his yetmezmiş gibi başkasının bakışlarına şahit oluyorsunuz. Vay gencecik kız ne işi var çıksana merdivenleri sapasağlam…. Hatta ya bak sen günümüz gençlerine yürümeye acizler diyenlere kulak tıkıyorsunuz.
Yaşanmış olaylara birde kavgalar eklenince sabahın kör vaktinde yolculuğunuzun tadı kaçmış bulunuyor. Bir çocuk kulağında kulaklık müzik dinliyor. Murat boz iki medeni insan… Benim hoşuma gitti. Ama amcanın birinin hoşuna gitmemiş olacak ki kıs şu müziğin sesini dedi. Gencimiz özür diledi kıstı hatta kapattı. Amca başladı, biz senin müziğinin sesini dinlemek zorundamıyız terbiyesiz bu gençler …. Amca hey amca sana sesleniyorum. Çocuk özür diledi kapadı. Fark etmemiş olabilir. Nedir bu hoş görüsüzlük ya nedir bu kendinden küçük olanı ezmek istemek. Gencimiz cevap verdi. Kıs dedik kıstık ne hala söyleniyorsun. Derken… araya girenler taraf tutanlar ve susanlar… Her geçen gün biraz daha zorlaştırıyoruz ötekinin hayatını her geçen gün biraz daha saygımız mı azalıyor kendimize. Hep bir başkasına öfkemiz. Hep bir başkasına yönelen suçlamalar, biri bir hata yaptığı zaman engelli olmadığı halde asansöre binince bağırmalar, biraz müziğin sesini açtığında bağırmalar, ayakta kalmamak adına bir başkasını ezmeler… Hep o kaybetsin ben kazanayım… sonuç mu?
1.metrobüs veya toplu taşıma kullanmayı öğrendim.
2. her gün değişik bir olay yaşıyorum. Evet bunu paylaşacağım bir blogum var mı VAR!!!!

10 Nisan 2010 Cumartesi

SEVERSEK İHMAL EDEMEYİZ... NEDEN Mİ? ONLARSIZ ONSUZ DURAMAYIZ... PEKİ YA ÖBÜR TARAFI?


Bazen bazı şeylerden sıkılır insan en yakın sandığından bazende sevdiği eşyasından bile. Böyle durumlarda bir çıkış noktası bulmak mı gerekir? sıkıntılarımıza. ve sıkıntılara diye başlayan yazım...

bazen ben böyle durumlarda çareyi yazmakla bulurum. canım sıkılır yazarım, mutlu olurum yazarım, kendimle inatlaşırım yazarım ama yazı yazmanın zamanında kendimi durdurup çevreme bakarım. sıkıntılarıma sonra bütün hepsi gereksiz gelir anlamını yitirir. duygu ve düşüncelerimi yazılarıma dökerim ya dökemeseydim diye düşünürüm. ya da her neyse yazmaya bile sıkılırımmıyım hayır!!!! insan çok sevdiği birşeye sımsıkı bağlıdır. insan birşeyi çok seviyorsa onu hiç birşeyin yerine koyamaz... insan birşeye bağlıysa başka bağlanacak şeyler aramaz diye düşnmekteyim. bazen birine söz vermeniz demek sözünüzden döneceğinizin de ihtimali olacak demektir. bazen birinin siize bir söz vermesi demek içinizden ya sözünden dönerse diye bir hissin geçmesi demektir. bazılarınızın sesini duyar gibi oluyorum söz sözdür dönüllmez diye hadi canım sözünüzden döndüğünüz olmadı mı hiç? ya söz verip döndüklerimiz. bir söz vermiştim blogumu açmaya başladığımda hayatımın neresinde olursam olayım yoğunluğun içerisinde bir mağaranın dibinde olursam olayım bu blogu ihmal etmeyeceğim diye bu sözünden dönmek değildir döneceksin elbet değildir.... ÇÜNKÜ İNSAN SEVİYORSA ASLA SEVDİĞİ BİRŞEYİ İHMAL ETMEZ EDEMEZ ÇÜNKÜ SEVİLENLERE İHMAL EDİLEMEYECEK KADAR BAĞLISINIZDIR VE O SEVDİĞİNİZ HERNE İSE SÜREKLİ AKLI İÇERSİNDESİNİZDİR. İYİ PAZARLAR:)

7 Nisan 2010 Çarşamba

iyiliklerde korkarmış, iyiliği yapanlarda



Kafası çok yorgun taşıyamayacak halde yolda yürürken bir amca ellerini uzattı, cebinde kendine almak için biriktirdiği bazılarına göre para bile denilmeyecek kadar ufak ama bazı kişiler içinde bir başkasının önüne avuç açtıracak kadar ihtiyaç duyulan bir miktarı cebinin içinde tuttu . Yürürken o kadar dalmış gitmişti ki hemen önünde duran yaşlı gözlerin rengi hani gençken açık renk ama yaşlandıkça rengi de solan bir renk olmuştu. Çocukken benim dedemin gözleri gri renk dediği o renktenmiş gibiydi. Birden durdu ve dedeye cebinden çıkardığı parayı sanki onu beklermiş gibi sanki onun için biriktirmiş gibi, uzattı verdi. Elindeki parayı gören adamın gözlerine bir baktı şaşkınlık ifadesi belirmişti. Aslında bazen önümüze fırsatlar gelir kimine bir iyilik yaparsın hiçbir sebebi yok iken kimisi iyiliğe muhtaç iken karşısına savaşacağı bir çok zorluk çıkar. Birine iyilik yapmak demek karşılık gelecek demek değildir. Zaten iyiler genelde karşılık beklemeyen insanlardır.
Ve gene birine çok küçük bir iyilik yaparsın ama onu için bu dua olmuştur. O her gün bunu Allahtan dilemiştir ve sen vesile olmuşsundur.
Her şey bir yana dedeye parayı uzattıktan sonra dededen teşekkür etmeyi bile beklemeden yürümüş. Sadece kendi iç sesini susturmak için yürümüş ve bir deniz kıyısına gelmiş durmuş iyilik meleği… tek istediği herkesin mutlu olması için bütün bunları gerçekleştirmekmiş. O gün iyilik meleğinin kafası çok doluydu çünkü herkesin iyi olmasını isterken insanların yüzünde her yapılan iyiliğe karşı bir kuşku onu çok ama çok üzmüş. İyilik meleği bazen bir insan kılığında karşımıza çıkar bazen bir çocuk kılığında bazen bir deniz bazen bir bulut, bazen yağmur hızlı yağarken üşüyen insanların daha çok ıslanmaması için çıkan güneş gibi… İstanbul bugün yağmurlu iken birden güneş açtı! !!!!

5 Nisan 2010 Pazartesi

kalın zincirlerle örülü özgürce istekler...


Bazen içinizden kahkaha atmak gelir ama içten atmak. Ama böyle zamanlar en içten kahkahalarınızı bilin ki çocukken tanıştığınız en güzel anılarınızı paylaştığınız birbirinizin en güzel zamanlarını ya da en çılgın zamanlarınızı bildiğiniz gerçek dostluklarınızın yanında en içinizden geldiği sesinizle yaparsanız. Kafanız karmakarışık telefonu çevirirsiniz ve 5 dk sonra yanınızda bütün derdine rağmen hala size attıracak kahkahaları vardır ve siz yine onların yanında 13 bilemedim 15 yaşınıza geri döndüğünüzü hissedersiniz. Ve ayrılma zamanında ise tekrardan büyüklüğün vermiş olduğu o yük dolu sorumluluk küfenizle eve doğru yola koyulurken bir an almış olduğunuz o ferah nefesin yerine nefes alırken kalbinizde bir ağırlık olur. Ve eski dostlarda anların mutluluğuna sığınırsınız. Hani mutluluğun anlarda gizli olduğunu söyleyip dururum ya. Hani o mutluluk süre gelmeyen ve sürekli yakalayıp bir an giden anların gizeminde saklı olan mutluluk….
Bugün yolda yürürken içimden bir şeyin kalın bir zincire bağlı olduğunu hissettim. Eskiden her zaman uçan kuş gibi kümelenirdi o hayallerim. Şimdi hayallerimizin gerçeklerle bağlantısını eşitlemeye çalıştığımızdan mıdır ne? Hissedemez olur insan he ola ki hissetmek istediniz o özgürlük duygusunu hemen içimizde her biri birbirine bağlı yaparak oluşturduğu kalın bağlı zinciri hissedersiniz. Kimimiz bir yerlere gitmek istese içimizdeki zincirin bir halkası işin var nereye der… Diğer bir ses hadi kalk İskender yemeğe Bursa’ya gidelim dese baya yol evde çocuklara kim bakacak der… Ve o içimizdeki çocuk ne zaman bir çılgınlık yapmak istese zincirlerimiz de kalın bağlarıyla örer etrafını. Ve nefes alırken daraltır içimizdeki özgürlük kıpırtısını. Ve ne zaman iki karar arasında kalsak ne yazık ki öbür yanımız hep engel olur istediğimizi seçmeye. Ama eskiden böylemiydi? Ne zaman biri bir şey dese diğeri kuş olur gelirdi ve gittiğimiz yere ya da biz kuş giderdik gittikleri yere…
Çok mu üzüntülü yazdım bilemedim ama bugünlerde kiminle konuşsam herkes aynı şeyden şikâyetçi…

NarTube - Piyano Keman Fikrimin ince gülü Beysun Yıldız Enstrumental watch video, clips, musics, movies, films, fragman, free, video izle, diziler, klipler, filmler, sinema, bedava, ücretsiz, müzik

NarTube - Piyano Keman Fikrimin ince gülü Beysun Yıldız Enstrumental watch video, clips, musics, movies, films, fragman, free, video izle, diziler, klipler, filmler, sinema, bedava, ücretsiz, müzik



gözlerinizi kapatın ve dinlenin

3 Nisan 2010 Cumartesi

atlantik kıyısında masal, en çok görmek istediğiniz yerde tatil yapsanız bu nasıl olur du?

















Hani herkesin hayatında merak ettiği gidip görmek istediği yerler vardır. Buralar öyle yerlerdir ki uzaktan büyüsü sizi etkisine almıştır bile. Sadece baharın gelmiş olması demek hayatın canlanmasından ziyade size artık bahar yazın gelmesini de müjdeler ve planlamakta olduğunuz tatili de. Ben seyahat etmeyi yolculuk etmeye çocukluğumdan beri bayılırım. Uzaklar hep ilgimi çekmiştir. Bir gitmek istediğim yerler vardır. Bir de gittiğim yerler. Özellikle çocukluğumdan beri gitmek istediğim öyle öyle bir yer vardır ki ilk orayı güzel bir diziyle tanımıştım. Kısacası uzun bir zaman önce kendimi orada hayal ettim ve sordum? en çok gitmek istediğin yerdesin ve kendimi orada hayal ettim veee Sırtımı beyaz inciye yaslayıp, kızgın güneş ışığının kovaladığı dalgalarının serinliği ile gözde bir mekândaydım. Belki çoğu kişi bilir ama ben oraya Atlantik masalı derim. Güneş ışınlarının süzülmesiyle hayran bırakan bir güne burada uyanmak istemez mi insan. Beyaz evlerin bulunduğu ismini İspanyollardan alan, beyazını kirleten aslında altın rengi kumlarıyla dans edersiniz… Buraya sadece anılarınıza bir oda eklemek üzere yola çıkarsınız. Güneşinin güzelliği ile nice filmler çekilen Fas ülkesinde özellikle baş ucu filmim truva ve casablanca şehrinde sadece hayallerinizdeki şehri görmek için ve sadece görmek için siz buradasınızdır. Aslında bunca yer varken siz mütevazı yaklaşık 3000 metre olan kumsalında gerçek bir masal yaratırsınız. Ve o aslında oraya benzeyen bir yer daha vardır ülkemizde meşhur. Bilin bakalım? Evet evet Bodrum ama tek bir farkla bodrumda hayat hızlıyken Atlantik kıyısındaki casablancada bütün kalabalıklığına rağmen sessiz ve uslu bir kız gibi bir gün benim gelmemi beklemektedir. AMA NEZAMAN?

1 Nisan 2010 Perşembe

düne gidenlere yeni gelenlere ve HOŞGELDİN NİSAN:)



Önce bir gürültüyle yağmur yağmıştı saklandı evin içine doğru ve sonra yağmuru dışarıda karşılamak için bahçeye çıktı. Bir rüzgâr esintisiyle beraber yüzüne güzel kokuların her çeşidi vurmaktaydı. Gözleriyle baktığı yerden renklerin güzelliğini fark etmese de onunda hayatında fark ettikleri de elbet vardı. Uzaktan bir keman sesi geliyordu uzandı ve bahar işte gelmişti… işte bahar bütün kıpırtısıyla gelmişti, bir an hızlı yağan yağmuruyla beraber birden açan güneşiyle bize bakıyordu. Bir derin huzur bulursunuz içinizde bir yerlerde yürürsünüz ona doğru… Ve o huzuru bulmak için çare odur ki eski bir defterin kapağını açarsınız.
İçindekileri okumaya fırsat bulamamıştım. Çevirmeye başladım, karşımda bir kadın belirdi hafif solmuş bir yüzü ay gibi beyazdı ve bakışlarında canlılık kalmamıştı, iç karartıcı kısmını atladım 20- 30 sayfa ilerledim ki aradığımı bulduğumu anladım ve orada durdum. Baktıkça hayatının uzun kısmını geride bırakanları düşündüm. Daha yolun başında olanların ama kıymetini geçince anlayanları. Devam ettikçe her sayfada geçmişe ait özlemimi dindirme çabası içinde boğuşurken huzurun hayatın anında gizli olduğunu o geçince nerede huzur diye arandığını fark ettim. Zamanın hızına yetişemesek de mutlu olduğumuz anların gizemini zaman geçince fark ederiz. Ve güzel günlere tekrar dönmek isteriz. Tekrar dönmek içinde her zaman en etkili yöntemlerden biri olan resimlerimize bakarız. En güzel en mutlu olduğumuz anların sesini dinleriz resimlerde… Ve bazen o resimler, sizin en zor zamanınızda yüzünüzü gülümsetir. Tamda bu yazımın sonunda sevdiğim bir Özdemir Asaf sözüyle bitirmek istiyorum BUGÜNE EN UZAK GÜN DÜN…