Hakkımda

27 Temmuz 2010 Salı

tarih içinde bir çok aşk yaşanır tanınmış olanların aşkı bilinir ya BİZİM TANIDIKLARIMIZ?


Tarihteki bütün aşk hikâyelerini düşündüm. Yaşanmış olanları, çekilen acıları, yaşanan mutlulukları. Hayatta her şeyin herkesin bir hikâyesi vardır. Herkesin hikâyesinin kıymetine çok inanırım. Hatta aman benim hayatımın nesi var herkes gibiyim diyenlerin hayatını daha çok merak ederim. Daha çok küçükken merak ederdim. hani otobüsle bir yerden bir yere giderken yol boyunca her yer karanlıktır ve karanlığın içinde bir ışık süzmesi akar sizin bakışlarına doğru… işte dersiniz orda bir ev var. Ve orda yaşayan insanlar Acaba ne yaşıyor? Mutlu mu? Kaç çocuğu var ya da aşık mı? Tabii gittikçe sorular büyürken kafanızdan sizde uzaklaşır gidersiniz. Çocukluğum boyunca aileme milyon tane soru sormuşumdur. Kimilerinin cevapları tatmin etmese de. Öyle bir hikaye var ki annem ile babamın beni içinde barındıran. Tarihte yaşanmış büyük hikayelerin içinde aslında tanımadığınız veya tanımayacağınız insanlar içinde kim bilir ne büyük aşklar yaşanmıştır diyerek aslında tarihde tanınmayan ama benim mini tarihimin başlangıcı olan annem ve babama dönüyorum. Ben çok küçükken diyorum ya her şeyi sorardım merak ederdim kurcalardım. Ve en büyük mesele karıştırırdım. Bir gün öyle bir yeri karıştırdım ki aslında elime hiç geçmemesi gereken mektuplar sürüsü geçti. Açtıkça okudukça tabii bunları yaparken birde kendime suç ortağı bulurdum kardeşim gibiJ. Renkli sayfalar içinde yazılmış birçok mektup annemden babama babamdan anneme ait olan. Ne ayıp bir şeymiş yaptığım şimdi büyüdükçe daha iyi anlıyorum. O zamanlar anne ve baba aşkı ne bilir diye düşündükçe bir gün babam bana ismimim hikâyesini anlattı. Annem tabii İstanbul’da büyümüş şehirli bir genç kız. Babam Diyarbakır’da o zamanlar telefon yok. İnternet, msn ne gezer ev telefonu bile yokmuş. annemlerin evinde. Komşunun evinden görüşürlermiş. Hatta teyzem der ki annen telefon geldiğini duyduğu an 15 dklık yolu 5 dakikada koşardı diye. İşte o yıllardan bir gün Dicle nehrine bakarmış babam annemi her özlediğinde. Ve annemle evlendiğini hayal edermiş. Ve dermiş Dicle bir kızım olsun senin gibi nazlı, bazen coşkulu ama ASİ. Mektuplara gelince hepsi hala saklı ama nerde olduğunu sorunca annem asla söylemiyor. Hikayenin başından sonuna anlatmak isterdim ama izin alamıyorum. Etik yazıyoruz ne de olsaJ))

26 Temmuz 2010 Pazartesi

bir başkadır yaz gecelerinde düşünmek.



Bir başka zamanlarda adanır kendine her güzel ne varsa. Sonra birden bire hava kararır. Yağmur yağar. Sizin içinizden bu ne şimdi demek geçse de. Varsın olsun akarsınız sizde akıp giden zaman içinde. Birde güneşin bol olduğu zamanlarda içinizde yağan yağmurlar vardır. Hadi kış gelsin dersiniz. İçinizdeki üzüntü öylesine büyüktür ki. Yaz gelmiş olsa bile içinizden yağan yağmurları yalnız siz anlayabilirsiniz. Sizin kışınız erken gelse bile hal bu çevrede içinde güneşler açanlarda olur elbet. Elbet güneşe sizde bakarsınız güneş öylesine göz kamaştırıcı ve baş döndürücüdür ki bakmaya korkarsınız. Bazılarının hayatlarında kışın ortasında güneşler açarken bazıları yazın ortasında hala tipiyle boranla boğuşur durur. yorgun olur…. Ne olursa olsun ya her acı bizim olsa da içimizde yaz ortasında üşümek gelse de hayat biz olmasak da akmaya devam edecek. Özdemir asaf’ın dediği gibi ‘’ Dün yağmur yağacak. bugün yağdığı gibi, yarın yağacağı gibi. o kadar basit. dün yağmur yağacak. siz varsanız ben varsam yağacak. siz yoksanız ben varsam yağacak. siz varsanız ben yoksam yağacak. siz yoksanız ben yoksam yağacak’. peki ya üzülmeye değer mi? çok soğuk bir yazı mı oldu bilmiyorum ama bu gece sıcaktan sanırım biraz üşemeye ihtiyacım olduğu için böyle bir yazı paylaştım:)))) birşey daha vardı... bugün yağmura yakalandım. ama içimden kahkaha atmak geliyordu. çünkü çok mutluydum.
cemal süreya’nın dediği gibi ne varsa yarım kalmış geleceğindir.
Şimdiye dek düşünmediyseniz
Bakmayın içinde ne var,
Küçük bir kitaptır yaşamak
Elinde tutmaya yarar.
o halde üzülmeye değer mi henüz gelmeyen için ya da gidenler için.

25 Temmuz 2010 Pazar

KAHVALTININ MUTLULUKLA BİR İLGİSİ OLMALI....


Pazarın gitmesine az bir zaman kala günün kısa bir değerlendirmesini yapmak üzere odama çekildim. bir pazar günü en iyi yapabilecek şeyleri düşündüm. Pazar kahvaltılarını, pazar sohpetlerini, arkadaş buluşmalarını, kitapçıya gidip mis kokulu kitap arasında kitap seçerken yaşadığım heyacanı. Cemal Süreya'nın dediği gibi YEMEK ÜSTÜNE NE DÜŞÜNÜRSÜNÜZ BİLMEM AMA KAHVALTININ MUTLULUKLA BİR İLGİSİ OLMALI.... diye yazıyordu kendim için açıp okududuğum o sayfada. Bayılırım kahvaltı mekanlarında dolaşmaya, yeni keşifler yapmaya ve keşfettiklerimi sevdiklerimlede paylaşmaya.

üç yerde kahvaltı etmelisiniz mutlaka!!!!

1) Diyarbakır'ın tarihi havası içinde eski bir konaklama diyarı olan tarihsel koku içerisinde HASAN PAŞA HAN'INDA .otlu peynir kokusunun tadının bu kadar süt kokabileceği bir mekan olan MUSTAFANIN KAHVALTI DÜNYASINDA, daracık ve dik merdivenleri nefesiniz tıkana tıkana çıkarak binbirçeşit içerisinde çeşit seçemeyerek aklınız orda kalarak kahvaltı etmelisiniz. heee kahvaltı ederkende ilginç hayat hikayeleri anlatacak birinide bulmalısınız.

2)İstanbul'Da çokda manzarası olan yer olmasına rağmen manzaraymış, yok mekanmış, markaymış, aramadan olay şudur. midenize bayram ettireceksiniz. malum manzarası olmayan ama birçok çeşit barındıran Hacıbozanoğullarında. fiyatlarda uygundur. sınırsız açık büfe olması sebebiyle.

3) güneşin suya yansıyıp içinize işleyen mis gibi buz gibi suyuyla birlikte şelalenin kenarında altınızda sular aka akaa sıcacık maşukiye'DE. istanbul'Dan biraz uzaklar ama olsun. gitmeye değer.

PS: TORPİLLİYİM KENDİ MEMLEKETİMİN KAHVALTISINA. ÇÜNKÜ VAN'IN KAHVALTISI ÇOK DUYULMASINA RAĞMEN DİYARBAKIRINDA KAHVALTISI MESHUR OLDUĞU HALDE BİLİNMEZZZ... BEN BİLE YENİ ÖĞRENDİM.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

çayı iki şekerli içenlerden misiniz?


Bu ne kararsızlıktır ki bloguma yazacak onca konu var iken ben seçmiyorum.Bunun tabiiki bir açıklaması var. Çünkü her yazmak istediğim şeyi çektiğim fotoğraflarla bağlamam gerekli. Bunun için bilgisayarıma usb taktığım zaman bilgisayarım görmedi. Kardeşimin bilgisayarını alıp yazmam lazım.Ama ben ona üşendiğim için sabahtan beri konu düşünmekteyim. şunu mu yazsam bunu derken çayımı yudumladğım sırada. ben bu kadar çay sevdalısı bir kişiyim, neden blogumda Çay'dan bahsetmiyorum diye sordum. Düşündüm benim için kıymetine. En güzel muhabbetlerin yapıldığı, sevgi ve saygıyla geçen hoş sohpetlerin bitmesini istemediğiniz hem burnunuzun hem dilinizin dostudur çay. peki ya çay sohpetlerinin tadına doyum olur mu?

peki bu kadar çay tirkakisi birinin çay için önerisi nedir? peki sıcakta çay olur mu ball gibi olur.

Çayı mutlaka ince belli bardakda içeceğiz.

Tomurcukla kendimizden geçeceğiz.

Semaverde keyiflenip

Bir de közde çay keyfi diye pikniklere gideceğiz.

bunuda ben uydurdum...:)
ps: napmıycazz asla çayı fincanda içmiycezzzzzz.....
napıcazzz çayı şekersiz içebilirsiniz ama birde akide şekerli deniycez. gerçi ben sevmedim. belki sevenler olur.
çayı iki şekerli içenlerden misiniz??

22 Temmuz 2010 Perşembe

EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ ve İHSAN OKTAY ANAR


Gözlerin göreceği çok şey vardır beklide. Ama en önemli şeyi kalpler görmelidir. Kalp gördükten sonra gözler artık yönünü farklı yönlere de çevirir. Ve o gönül dalıp gider gönül dalıp giderken gözler onun daldığı yerlere bakınır aranır aranır aranır...
Bloguma yazmak için aslında biriktirdiğim onca konu var birçok yer gezdim gördüm birçok hikâyeler edindim. Ama ben nedense bunları taze yazmak yerine üzerinden zaman geçip, tam tozlanmaya başladığında çıkarıp hatıra kutusundan bahsetmeyi daha değerli buluyorum. Malum tatil her yer, herkes bu tatillerden yeterince bahsetmiş bulunuyor. Bırakalım tatili onlar yazarken, bizlerde yolculuk esnasında okunması gereken kitaplardan bahsedelim. Yolculuğa çıkmadan önce dikkat ettiğim en büyük şey yanıma mutlaka bir kitap almaktır. Tam böyle bir zamanda kitapçıya uğradım. Ve istediğim o kitabı aldım. Ve Hasan Keyf’e giderken kitabın ilk sayfasını açıp başladım EFRASİYAB’IN HİKÂYELERİ’Nİ okumaya. BİRDE yolculuk ordan oraya burdan buraya derken tıpkı cezzar dede ve ölüm gibi bende her bir şehirde bir hikaye okumuş bulundum.daha önce dedim mi bilmiyorum bu sene ben doğudan başlayıp batıya doğru ufak bir gezintiye çıktım da. Okurken yazarı inanılmaz kıskandım. Kimileri bir yola çıkmış henüz yazmaya yeni başlamış iken önce iyi yazı yazmanın yolunun iyi okumaktan geçtiğini bilen ben için İHSAN OKTAY ANAR benim için eşsiz bir kalemdi.doğrusu onun gibi yazamayacağımda kesin:(((( . Okuduğum her hikâye bana bambaşka koylarda gezinme fırsatı verdi. Doğrusu kitabı uzatarak okudum. En son durağımda İstanbul noktasında bitirmiş bulundum. Konusuna gelince, ölüm ile cezzar dede arasında bir oyun oynarlar. ve bu oyun karşılıklı bir birlerine hikaye anlatmaktır. ölüm yanına cezzar dedeyi alarak uzun ihsanın canını almaya giderken yolda birbirlerine hikaye anlatırlar ölüm 4, cezzar dede 4 ve ikisinin hikayesiyle beraber toplam 9 hikaye okumuş olursunuz. ve bana en ilginç gelen kısmı ölüm ile cezzar dede uzun ihsanı aramak için çeşitli mahallelere giderler . ya bu isimler nerden geliyor diye merak ettim araştırmalarım sonucu cennetin katmanlarıymış. kitap hem öğretici, hem dinlendirici... ama ben bir hata yapmış bulundum ilk kitabından başlayarak okumadım. şimdi ilk kitabından başlayarak İhsan Oktay Anar okumaya devam....
kitaptan benim en beğendiğim kısmından bir alıntı ile
kavuşunca meşk, kavuşmayınca aşk olduğunu söylerler. Sevgisini kalbinde taşıdığı sürece herkes ona kavuşmuş demektir.

13 Temmuz 2010 Salı

dicle kıyısındaydık 2....



Uzun zaman önce karar verdim ben yazılarımı paylaşmaya. Derken zaman oldu paylaşamadan duramadım. Ve hayatın alışagelmiş rutinliğinden benim etkilendiğim gibi buranın etkilenmesini istemedim. Çok çabuk sıkılgan biri olan ben. beni benim gibi biri okurken kendim gibi sıkılırsa diye hep korktum. Bu yüzdendir ki şuan içim içime sığsa da kalemim nasıl başlayacağını bilemiyor. Amaçsız rüzgâr gibi oradan oraya beni çekiştiriyor. ve rüzgar geliyor Dicle kıyısında bir yerlerde duruyor. Yukarı doğru baktığımda asla çıkamam dediğim bir yere içimdeki heyecanla Çıkarken, içinde kimlerin daha önce yaşadığı neler yaptığını merakla bizlere küçük rehberimiz Gökhan bölgenin hikayesini anlattı. fırsat bulduğumda geçmişi değil de günümüzde Hasan keyf’li Gökhan’a neler yaptığını neler yapacağını, neler yaşadığını da sormadan edemedim. biraz yürüdükten sonra kapısının efsunluğu olduğunu inanılan bir kale kapısından geçtik. Küçük Gökhan başladı anlatmaya( Efendim bu kapıdan geçenlerin yılan ve akrep sokulmayacağına inanılırmış. Ama bir gün mısırlı bir sanatçı akrep figürünü çalmış ve o günden sonra insanları akrep sokmuş yılan sokmamış.) kapıya baktığımda üstünde yılanlı akrepli figürüyle bin yıllık eskimiş ama değerini kaybetmemiş biri karşımda duruyordu. tabi yukarı çıktıkça sıcaklık etkisini bendede göstermiş astım hastası olduğum için ayrıca ilacımı unuttuğum içinde zorlanıyordum. hani derler ya zahmet olmadan rahmet olmaz bunu düşünerek yukarıya çıktığımda bu eski ama değerli yapının içinde gerçekten büyük yozlaşmış binalardan gelen genç bir kızın bir anda yaşlı tarihi içinde kaybolmuş bir diyarda olacağını düşünüp kapıldım taşlı yollarda yürümeye ki küçük Gökhan aman efendim siz alışık değilsiniz taşlar kaygındır arasına basıp yürüyün böylelikle hem de yorulmazsınız dedi. ufak bir mola vakti gelmiş önerilen yayık ayranını içtik. az bir yol kalmıştı ki tepeye varırken fotoğraflarımı çekmeye devam ettim. en tepeye vardığımızda fotoğraflarından aşina olduğum belki yüzlerce fotoğraf çekilen manzara karşısında makinamı bıraktım dicleyi izledim. bu arada küçük Gökhan başladı usta ile çırak hikayesini anlatmaya. ( bilirsiniz efendim her ustanın bir çırağı olur) benim başım döndü bir anda kendimi mağaranın orda sere selpe buldum. Astım hastası olduğum için nefes almakta zorlanan ben rüzgarın sıcak nefesini aldıkça daha kötü olmuştum. rehberimiz dedi mağaralar efendim yazları serin kışları sıcak olur. girdim mağaranın orda oturdum biraz serinledik. dinlendik. manzarayı izledik. iyi olunca başladık aşağı inmeye yol uzun böyle uzun yolda küçük rehber’E bana usta çırağın hikayesini anlatır mısın yine? işte size usta çırak hikayesi; bilirsiniz her ustanın bir çırağı olur hasan keyf içinde bir minare inşa edilecek diye yarış başlamış. usta ve çırak başlamışlar minare inşa etmeye. Çırak bu çok çalışkan gecesini gündüzüne katarak başlamış çalışmaya minareyi tamamladığında karşıda bulunan ustasına ben bitirdim diye seslenmiş. çok kıskanan usta bekle geliyorum demiş ve planlar kurmaya başlamış onu öldürmek için. usta minarenin bir çıkışı olduğunu bildiği için kaçacak diye düşünmüş. çırak ise minareye ikinci yolu inşa etmiş bile . usta içeri girmiş bakmış çırak yok. dışarıdan çırak seslenmiş usta usta…. bunu kaldıramayan usta intihar etmiş. böylece de boynuz kulağı geçmiş.
Yol bittiğinde efendim siz çok yoruldunuz ayağınızı Dicle suyuna ayaklarınızı sokup bütün yorgunluğunuzu unutun dedi ki birden arkadaşlarını gördü. ve koştu onlara giderkende efendim bir daha geldiğinizde Gökhan derseniz beni herkes bilir.
şimdiden bir öneri eğer hasan keyf’e gitmediyseniz, ve gitmeyi düşünüyorsanız;
Mutlaka Gökhan gibi minik ama hasan keyf’li bir çocukla gezin. ondan hikayeyi dinleyin.
ayağınızı Dicle kenarında suya ayağınızı sokup altınızdan su akarken ister yemeğinizi yiyin ister çayınızı için. tepeye çıkıp manzarayı izleyin. bol bol fotoğraf çekin. ve mutlaka usta ile çırak hikayesini iki kez anlattırın. ne yapmayın benim gibi temmuzda gitmeyin:) nisan veya eylül gibi bahar zamanlarında gidin...











12 Temmuz 2010 Pazartesi

diclekiyisindaydık:))))


Aynı zaman diliminde bazı insanlar bazen farklı diyarlarda ama farklı zamanlarda yaşarmış. Bu sene ben tatilime doğudan başlayıp batıya doğru yapıyorum. dicle kiysinda bu sefer gerçekten diclekiysindaydı.


















istanbul'da güneşe hasret kalmışken. birden 50 derecenin içine düşen ve o sıcakta tepelerde ben baygın düştüm elbette. ama daha henuz tepeye varmadan önce soğuk buz gibi yayık ayranını içtik. hem içtik hemde rehberimiz minik gökhan'dan tarihçeyi dinledik. 1 haftalık kısa gezimde yoldaki notlar ve kısa ama çok anlamlı dinlediğim hikayeler ve canım güzel yemeye doyamadığım ve en sonunda yemekten bitap düştüğüm o güzel yemekleri paylaşacağım.:)))))

3 Temmuz 2010 Cumartesi

diclekiyisinda bu sefer diclekıyısına gidiyorr......GERÇEKTENNN AMAAA



Bir yerden bir yere giderken bir yanın gitmek isterken bir yanın ısrarcı bir şekilde şuan tutunduğun yerde kalmak istiyor. bir 10 gün olamayacağım ama evimde:))) vakit bulduğum internet bulununan her yerden size yazıp bol bol fotoğraf paylaşacağım.buraya yazamadığım vakitlerde bloga yazmak için birşey biriktireceğim....

dicle, diclekiyisinda olucak bu sefer sahiden:)))))


ELİF ŞAFAK'IN PİNHAN kitabından bir alıntı yazıyla minik kısa kısa yazımı noktalandırmak istiyorum.

Ne yöne gidersen git-doğu,batı-kuzey ya da güney çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün.kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşırr...

ps: resim ifsak'dan alınmıştır.

2 Temmuz 2010 Cuma

Odamda herşey tamamlandı, mobilyalarımız geldi. derken ufak tefek eksiklikler kaldı. Sırtıma dayayacağım ve arkadaşlarım geldiği zaman arkalarına verebileceğim güzel bir yastık arar oldum. bulamadım.......... sonra bu el yapımı yastıklara rastladım. buyurun sizler için..... benim favorim bu en üstteki. odamın rengine de çok uygunnnnnn:))))





























hani o bildik gümüş tepsi sunumlarından sıkılan başka alternatifler arayan nişanlanacak olanlar içinde farklı bir sunumla yüzük yastığı:))))))) bayıldım bayıldımmmm bende bundan istiyorummmmm.. benimkide böyle olacakkkk

























































































1 Temmuz 2010 Perşembe

yaz için ferahlatıcı bir öneri:))) from martha stewart



İstanbul'a güneş avrupa yakasından girerken anadolu yakasından çıksada aslında bugün güneş parıl parıldı. bir ara dışarı çıktım eve geldiğimde dilim damağım kurumuş eve attım kendimi. hem sıcak havalarda hem size hem misafirlerinize ikram edeceğiniz güzel bir seçenek. Martha stewart'ı amerika'da ingilizcem hem iyi olsun diye hemde çok anlıyorum diye izlerdim:))) ve acaip keyifli bir program yapardı. ve sanırım istanbul'a gelmiş website'sinden takip edebilirsin. ve istanbul'a gelmesiyle bizler içinde bir program çekiyormuş sabırsızlıkla bekliyorum.....
Amerika'da bir ara smoothieking'De çalışmıştım. genellikle sabah spor yaptık'dan sonra ve ya gym merkezinde ömrünün yarısını geçiren tiplerdi. ben demiştim ya sporu pek sevmiyorum. bu içecek hem enerji verir hemde tadı inanılmaz güzeldi. keşke Türkiye'De olsada içsekk:))) martha stewart'ın bu tarifi bana onu hatırlattı. gerçi smoothie daha dondurmalı ve buzlu bir içecek.
PİNK LEMONADE,
1 ÇAY BARDAĞI ŞEKER
2BUCUK SU BARDAĞI LİMON SUYU VE 4'e BÖLÜNMÜŞ LİMON 1\2 ŞEKLİNDE ÇOK İNCE ŞEKER OLUCAK BEN PUDRA ŞEKERİ BIRAKTIM:p VE 2 BARDAK cranberry (kızılcık) juice
yapılışı şeker suda eriyene tavada kadar karıştırıp yaklaşık 1 saat buzdolabında bekletip içine limon suyu, pudra şekeri ve kızılcık suyu ekleyeceğiz ve bir gün buzdolabımızda bekletip limon kesikleriyle süsleyip püsleyip servis yapıp bir güzell sıcakladığımızda içeceğiz.....( faydalı bir bilgi kızılcık ; melotonin hormonu salgılar ve yaşam enerjisini arttırır)