Hakkımda

28 Mart 2010 Pazar

ANA RENKLER VE ARA RENKLER




İnsanın hayatında günün anlam ve önemine göre belirlediği renkleri vardır. Bazısı hayatı siyah ve beyaz yaşar. Her şey belirgindir onun için. Ya her şey iyi olacaktır, olmalıdır. Ya her şey kötü olacaktır. Bazı kişiler içinde hayat hep sınırdadır; gridir. Ve hayatta bazı kişiler vardır işte o kişiler hayatın iyi veya kötü olduğuna aldırmadan
ANA RENKLERİNİ BELİRLER VE DEVAMINDA ANA RENKLERİNİN UYUMUYLA ARA RENKLERİNİ.
İnsanın bu yaşadıkları içerisinde sevdikleri ana renkleridir. Ve sevdikleri ile yaptığı her şey ara renkleridir. Ve ana renkler 3 tanedir
.

26 Mart 2010 Cuma


EĞER BEN Yolculuk içindeysem kendimi bırakırım yolun akısı içerisindeki düşüncelere. Gece vakti seyirde en güzel olan ışıkların parıltısı yüzüne vururken siz parıltının geldiği evde neler yaşadığını merak edersiniz? Bazı evlerde mutluluklar doyasıya yaşanırken bazılarının evinde boşlukla beraber büyüyen yalnız vardır da diyebiliriz. Çok küçükken araba ile uzun bir yere gidileceği zaman çok mutlu olurdum. Yol boyunca evleri izlerdim, arabaların içindeki insanlara bakardım. Ve Her uzun yol bana yol boyunca uzanan evlerdeki hikâyeleri düşündürürdü. Yaşım ilerledikçe aslında evlerin içinde çocukken sandığım gibi hayatlar olmadığını, masal dünyasının yerini acı gerçeklerin aldığını anladım. Anladım ki bizler küçük iken ne yaşarsak büyünce unutmazmışız ve onu her ince ayrıntısına kadar hatırlarmışız. Çocuklar kendilerini çok seveni ve kendilerini hiç sevmeyeni aslında sevmiş gibi yapanı gerçekten nasıl biri olduğunu hemen anlarlarmış , aslında onu ezeni, hor göreni baskı kuranı hiç ama hiç unutmazlarmış .
Kırılmış bir çocuk kalbi asla onarılmazmış. Kırılmış kalpler bile onarılabilinir belki zamanla ama kırılmış bir çocuk kalbi onarılmazmış. Bir çocuğun kalbini kırmamak için öncelikle bir çocuk gibi hassas kalbe sahip olmalısınız. Bir çocuk gibi bakmak için onun gibi masum gözlere sahip olmalısınız o gülüşün içindeki masumiyeti yakalasak bile onu bırakmamak için.
Bugün ben büyüsem de artık büyüsek de önceden çocuk olduğumuzu ve bir çocuğun masum olduğunu içinde kin nefret barındıran
insanlara çocukların önemli olduğunu ama çok kıymetli olduklarını hatırlatmalıyız.

25 Mart 2010 Perşembe

Gözünüzü daha açtığınız anda telaşınız başlar…
Zamanın en güzel yerinde en güzel bölümünde olanlar bilirler sessizlik huzuru hiç bir şeye benzemezken bir yandan alıştığımızdan mı bilemeyiz her zaman ararız biz kalabalıkları. Kalabalığın ortasında doğduğumuz için midir bilemem ama her sabah koşuşturmadan zevk alırken bir yandan söyleniriz. Hayatı bazen duraklatmak isterken bir yandan biran önce geçsin diye bakarız. Biz severiz kalabalık şehri. Birbirimize söylenmeyiz bu söylem aslında dilimizin ucunda şarkı olmuş dolaşmaktadır. Birden durursunuz izlersiniz akıp giden her şeyi. Dinlersiniz. Ama yoğun sesin sessizliği kulaklarımızı sağır etmiştir. Hafta sonu İstanbul’dan uzak şelalenin bir kenarında suyun sesini dinlemeye koyulmuşken bir yandan İstanbul’un trafik, yol, korna vızır vızır kulağı tırmalayan o sesini düşündüm. İkisi arasında tercih yapsan dedim hangisini tercih edersin? Şelalenin başında oturmuş suyun o güzel sesini dinlerken alışkanlığın verdiği vazgeçememe duygusuyla kendimi kalabalıkların içinde yaşamayı yorulmayı ama arada birde kaçıp kaçıp uzaklarda bulunmayı isterken suyun sesine değil de içtiğim o lezzetli suyun tadına doyamadığımı anladım. Hafta sonu yaklaşırken çok çalışmış ama uzak bir yerlere kaçmak isteyenlere şiddetle Maşukiye önerilir.

teşekkürler maydanoz

Bu bir teşekkür yazısıdır…
En yoğun zamanda hani başınızı kaşıyacak vaktiniz yoktur. Birileri size değer verir ve sizin yaptıklarınızla ilgilenir. İşte o zaman o yoğunluk içerisinde o birileri sizi gülümsetir. O yoğunluğumun arasında blog topluluğuna göz atarken kendi blogumun sizin sitenizde yayınlandığını görmek beni çok mutlu etti. Teşekkürler cimcimeblog:):):):) ellerine sağlıkk

22 Mart 2010 Pazartesi

vaktiyle


Vaktiyle bir genç varmış. Gözleri siyah teni bembeyaz, saçları parıl parıl parlayan bir kız sevmiş. Günlerce evin önünde dolanmış durmuş. Aylarca babasının kapısına gidip gelmiş. Babası demiş hayır, eşikler eskimiş gidip gelmesinden. Bir gün babası genci evin önüne çağırmış artık kalbim dayanmaz oldu ey oğul madem sen kızımı bu kadar seviyorsun verdim gitti demiş. Ve 10 gün tam 10 gün içinde o genç sevdiği nakşı güzel kızı almış. Evlenmişler o gece sabaha kadar izlemiş güzel gözlüsünü. İzlerken uykuya dalmış. Sabah kalkmış ey benim güzel yârim, can yârim, derken can yârinden bir daha ses alamamış.
Bazen günlerce aylarca bekleriz. Onu sonunu düşünmeden isteriz. İsteriz ki bizim olan bizim sevdiğimiz her ne varsa bizim olsun. Kalabalıkların içindeydim bu hikâyeyi okuduğumda. Birden hikâyenin sonu hiç de istemediğim gibi bitince tokat yemiş gibi başımı doğrultum. Yanımdaki bana göz kaydırdı, noldu der gibi baktı kafasını çevirdi. Uzun müddet yola daldım ve kendime aynı soruyu sordum. bulduğumuzu sandığımızda onu kaybedersek?

21 Mart 2010 Pazar

yeni bir güne armağan yazısı

bazen durup eski geçtiğiniz yollardan geçmek istersiniz. bu aralar öyle bir modda bir misafirim var yanımda dolaşıyor kulağıma eğilip fısıldıyor. yanındayım sana eski herşeyi hatırlatmak için....
böyle anlarda tekrar başlamak üzere durup eski koltuğuma oturuyorum ve yazılarımı karıştırıp içinden çıkan yazımı kendime ve yarın yeni başlayacak olan günüme ve gününüze armağan ediyorum...


HERŞEYİN EN MUHİM NOKTASI, BAŞLANGICIDIR der eflatun...
Bazen güzel başlayan bir şey kötü bitebilir. Nasıl başlarsan öyle devam eder derler, ama iyi başlangıçlarında kötü bitişi olduğu gibi kötü başlangıçlarında iyi bitişleri olur. Bazen başlangıç noktasına gelirsiniz beklersiniz… Beklersiniz ki iyi bir başlangıç yapmak için, kimileri başlangıçlardan korkarken kimileri başlangıçları önemsemeden başlar sırf başlamak adına. Ama her zaman başlangıçlar güzeldir. Başlangıçlar heyecandır, umuttur. Nasıl başlarsanız başlayın başlarken yaşadığınız heyecanı devamında bulamayızmı? Heyecanımızı yitirmemek üzere yeni başlayan bir haftaya hayata dair heyecanımızı yitirmemek adına yazılmaya başlanmış bir yazıdır. Yarın yeni bir başlangıç yapacağız ya yeni bir güne .işte yeni bir güne yeni bir yazıdır.

19 Mart 2010 Cuma

bir damla göz yaşında büyük hikaye saklıydı!!!!!



Bir damla akan gözyaşında saklı olan büyük bir hikâye ye sahipti kimseye anlatamıyordu. Yılların yükü omzunda dağ gibi olmuş, zirveye gözünü dikmiş yürümekte idi. Geri bıraktıkları vardı birde geride bırakmak zorunda kaldıkları. Ardına bakmak istemiyordu. Bıraktıkları inandıklarıydı. Oysa vaktinde ne çok şey duymuştu, gerçekten iyiliğin var olduğuna dair. Kimdi bu yaşlı ama yorgun kadın. Gözyaşları kendi için olmayan kadın. Hayata her şeye sahip olmak demek, aslında her şeyini kaybetmekten geçtiğini anladı. Gözlerini kapadı, zihnindeki perdeyi araladı. İlk heyecanlarını, ilk sevinçlerini, üzüntülerini, hayal kırıklarını düşündü. Ve ilklerin aslında sonrakiler kadar acı vermediğini gördü. Ve gittikçe gittikçe zihninin fotoğraflarına indi. Onun en büyük hobisi de en mutlu anların fotoğrafını çekmek sonrada zihninde arşivlemekti. Bu yaşlı kadın kimdi? Eskiden çok mutlu ama şimdilerde yalnız… Biriydi sadece sıradan… sadece herkes gibi gözyaşının bir damlasında hikayesi gizli…. Hikayesini ise kimse dinlememekteydi? Belki dinleseler !!!!!
Hani bazı insanlar vardır. Çok fazla dikkat çekmez. Baktığınızda çok da göremezsiniz. Ya da kafamızda görmek istediğimiz şekle uymadığı için midir nedir? Hani der benim adı x bir daha siz onu hatırlamazsınız. Ben hayatta sıradan olan ya da sıradan olabilecek bir insan olacağına inanmıyorum. Sadece yolda bir kez göz göze geldiğimiz ya da yanımızdan gelip geçenlerin bile, bir yıldız olabileceğini düşünüyorum. Hayatta herkesin hikâyesine değer veren ben bazen sıradan olarak gördüklerimi es geçebiliyorum. Bugün bunun pişmanlığını yaşadım. Benim için sıradan gelen biri aslında dünyadaki en önemli acılardan bir tanesini yaşamaktaymış. Bazen yanımıza biri gelir, anlatır deriz ki aman sende ne var bunda, ya da aman daha da kötüsü var senin yaşadığın ne ki deyip dinlemeye tahammül edemeyip o an karşımızdakinin acısını anlamayız ve acısını da paylaşamayız… Ne yazıktır ki bunu hepimiz yaparız. Karşımızdaki kim olursa olsun en önemli şeyin onu dinlemek olduğunu bilsem de bazen elimde değil yoğunluktan mı? Yoksa ihmalkârlıktan mı? Yeterince dinleyemediğim zamanlara ithafen bir yazıdır bu. Birincide derstir bana . Önce dinle… dikkat et sonra sabır et:):):)

18 Mart 2010 Perşembe

iyi idiysek hatırlayın bizi!


Kötü idiysek geçtik gittik
İyi idiysek hatırla anın bizi…( mevlana)
Her sabah güneşin odayı aydınlatması ile erken uyanıyorum. İnsanın aydınlık bir güne uyanmasının ruhunda canlandırıcı etkisi oluyor. Güne enerjik başlıyorsun bir kere, bir sürü kişiyle ya aynı duyguları yaşıyorsun bir kere ya da tam tersi olmak üzere yola koyuluyorsun. Bir bakmışsın ki dışarıda buz gibi bir hava, Yüzüne yüzüne çarparken uykunda artık açılıyor. Bir bakmışsın otobüste sesler yükseliyor. Bu zaman öyle bir zaman ki bir başkasının bir başkasına tahammülü olmadığı ve hani yanlışlıkla dokunsan üzerine dayak yiyebileceğin bir insan olunan zaman... Birbirimize ne kadar tahammül edebiliyoruz. Ne kadar ötekinin farkındayız ve ne kadar birbirimizden farklı olabileceğimizin farkındayız. bir başkasının hakkını ne derece düşünüyoruz. Güne enerjik başlarken gün içinde ne kadar enerjimizi tüketiyoruz ya da birilerinin enerjilerini tükettiriyoruz? Her günün sonunda bugün ne yaptım? Sorusuna cevap veriyor muyuz? Her sorunun cevabı vardır elbette ve cevabı da içimizde.

16 Mart 2010 Salı

ÇOCUKLAR BÜYÜMEK İÇİN ÇIRPINIR, BİZ BÜYÜDÜKÇE ÇIRPINIRIZ...



Bugün okul’un camından dışarı bakarken bahçede oyun oynayan koşan çocukları izlerken onların yaşında olmak istedim. Bende onların yaşındayken dünya’da her şeyin bu kadar kolay ve iyi olduğunu düşünürdüm. Sorunların sadece derslerim olduğunu ya da bir arkadaş kavgası ya da hani bilirsiniz ergenlikteki platonik aşklardan ama kendime çektirdiğim o acıları aslında gerçek acının yanında bal gibi tatlı olduğunu insan büyüyünce anlıyor. Yavuz Bingöl’ün bir şarkısında çocuklar büyümek için çırpınır ya biz büyüdükçe çırpınırız diyordu. O zamanlar bunu duyduğumda henüz küçüktüm halam ne güzel bir söz diye kendi kendine söylenirken anlamını hiç anlamamıştım. Büyüdükçe insan daha çok anlam arıyor ve her şey anlamsızlaşıyordu. Cam‘dan içeri girdim. Perdeyi çektim ve yerime oturdum. ve eve dönerken eski arkadaşımla metro’da karşılaştım. Konuşurken konu keşke hiç büyümeseydik diye uzadı gitti. Her şey ne kadar zor muş, oysa bize kimse küçükken bu kadar zor olduğunu söylememişti. Ya da biz bunu duymak istememiştik. Şimdi size güzel bir aktivite belki çocuk değiliz ama içimizdeki çocuk için, santralistanbul’da çocuk atölyeleri bilmiyorum tam olarak biz büyükler aktiviteye katılmıyoruz ama sanırım etraftan çocuk arkadaş bulup onunla bu aktiviteyi paylaşabiliriz. Belki çocuk değiliz ama çocuklara gülümseyen ve çocuk gibi kalabilen bir yüreğe sahip olmak dileğiyle sizlere güzel bir hafta ortası beraberinde cumayı iple çekeceğimiz bir hayatın en yorucu ve en çok çalışılması gereken zamanında size bol enerji diliyorum.



15 Mart 2010 Pazartesi

istanbul!!!!

Kalabalıklar içinde yorgun biri… Yıllardır olduğu gibi kalmak istemiş olsa da sonunda kalamamış yavaş yavaş soluklaşmaya yüz tutmuş bize bakıyordu. Sessizdi, 60 yaşında, nina simone dinliyor Halit ziya Uşaklıgil okuyordu ve... Severiz biz bu yaşlı ama alımlı kadını. Uzakta olsak yine gelir dizinin dibinde buluruz kendimizi. Hatta dizinin dibinde de söyleniriz. Bu yaşlı kadını bildiniz mi bilmem ama eminim ki siz bu yaşlı kadının hayranısınız. Sizde tıpkı dünyanın neresinde olursanız olun, onunla çay içip sohbetin de kaybolup soluğu beylerbeyinde,taksimde, ortaköyde bebek'DE en sevdiğiniz mekandaaa alıp her gün iki yakasında gidip gelmeye doyamazsınız. Kıskanırım ben İstanbul gibi bir kadını. Hem olabildiğince yaşlı olacaksın hem de bu kadar güzel! Yok, senin gibi güzel bir kadın, ben İstanbul’u kıskanırım. Herkes ona yazılmamış en güzel şeyleri söylerken, en güzel şarkıları çalarken, adına savaşlar olurken, dimdik ayakta duran bu şehri seven herkesi kıskanırım. Hala göremediğim sokaklarında dolaşanları kıskanırım. Bilinmeyen tarihinin içinde ben bilmeden bilenleri kıskanırım. Ve kıskançlığın ötesinde paylaşırız seni her yeni güne merhaba derken diğer günü bırakırken geride, seni herkesle tarihle, sevdiklerimizle paylaşırız. Bu sabah 6 yıldır her gün köprüden gelip geçmenin zor ama ne kadar keyif verici olduğunu düşünürken yakaladım kendimi. Eğer birini severse insan, onu iyi ve kötü yanlarıyla seviyor. Bazı yanlarını beğenmese de sevgisinin ağırlığı bütün kötü yönlerini örtüyor. Biz bu kadından vazgeçemeyiz!
ps: resim için istanbul'un her resmi güzeldir. en güzeli haritadan sevdiğimiz yerini bulup olmak istediğimiz yerde kendimizi düşünmek sonrada bunun için fırsat yaratmaktır. bir fırsatını bulduğum an eminönünde balık yiyip oradan galata kulesine gidiceğim(hep uzaktan gördüğümü yakından görmediğimi farkettim). peki ya sizin fırsat yaratacağınız yer?

14 Mart 2010 Pazar

sadece bize iyi gelenlere... (mesala bir kaleme veya güzel bir kahveye)

Uzun zamandır bloğumu ihmal etmek zorunda kalıyorum aşırı yoğunluk nedeniyle. Aslında bu bloğu açarken söz verdim kendime ne olursa olsun bloğumu ihmal etmeyeceğim diye. En son yazdığımdan bu yana her seferinde bir fırsatım olsa da bloğuma yazı yazsam. Diye sürekli kendi kendimi bu düşüncelerden alamadım. Ve yazı yazmak…
Kendimi ne zaman huzursuz hissettiğim zaman kendimi yazı yazarken bulurdum. Yazdıkça içimdeki bazı yarımları tamamlar, kimi zamanda olmak istediğim ama olamadığım hayatın bir kısmına ulaşırdım. Bazen en mutlu anlarımda bundan 30 yıl sonra yaşlı bir kadın olduğum zaman o anki duygularım o anıyı yaşadığımda nasılmış diye bir harita bırakırım kendimi yazı yazarak. Yazı yazmak için birçok sebebim varken bazen sebep bulamazsam bunu ben yaratırım. Ve her sabah uyanıp yeni rutin bir güne başlarken bazılarımız için hayatın tadı tuzu kaçmış bazılarımız için hayat her gün yaşamak için yeni bir sebep çıkarır. Bugün sadece sizi iyi yapan şeyleri düşünün. Bazılarımız şiir yazarken mutlu olur, bazılarımız şarkı söyler, bazılarımız sadece insanları izler, bazılarımız ise mutluluk sebebini arar durur. Bazıları okumaktan mutlu olur, mutluluk için sadece anlar vardır. Birde onu kalıcı yapan bizler…. Ve hayat acı yönüyle de bize hayatta olduğumuzu hissettirecek kadar güzeldir. İyi haftalar.

9 Mart 2010 Salı

lale gibilere bu yazım!!!


Eğilmiş yere henüz tomurcuk olan bir çiçeği koklamak üzereydim. Birden çiçek bana doğru baktı. Sadece yürümek istiyorum. Bazen koşmak dedi. Ama olduğum yerde güneşe doğru bakıyorum ama güneş yok uzaklarda, ben titriyorum, saklanacak hiçbir yerim kalmıyor. Öylece solmayı bekliyorum. Derken boynunu büktü oysa farkında değildi ki solmayacaktı o daha güçlü olmak için kök salacak sonra güçlenecek ve güçlenecekti. Ellerimle ona dokundum. Sevdim kulağına eğildim. Bazen gitmek istersin. Ama bazı şeyler seni bağlar dedim. Özgür olup uçmak istedikçe toprağına kök salarsın. Başlarsın ulaşamadığın hayalleri kurmaya. İçinde boğulmaya. Ama unutma dedim. Sen daha küçük bir tomurcuksun… Ve sen küçük tomurcuk bir gün büyüyeceksin. İçine kapalı o ince, zayıf güçsüz hallerin yerine bin bir renkle kaplı herkesin özeneceği bakmaya doyamayacağı güzel bir çiçek olacaksın bir bakmışsın hayallerinden harika bir ömür seni bulmuş. Ve sevildikçe yapraklarınla daha çok yaşayacaksın. Bu çiçek kardeş, çok neşelidir ama çabuk incinir. Ben daha 7 bilemedin 8 yaşımda anneannemin bahçesi vardı. Ve laleleri vardı bahçesinde önceleri dikkatimi çekmezdi sonra bir gün onlar büyüdü. Daha laleler açmadan yemyeşildir. Beklersiniz açsın güzel olsun diye. İlk başlarda hiçbir ilgi çekiciliği yoktur. Daha büyümemişken ve büyümeye çalışırken kimse dikkat etmez. Bir gün bakarsınız o sadece hiç özelliği olmadığı halde sıradan bir lale sizin gözlerinize hayatınızda görmediğiniz hiçbir renge benzetemediğiniz sıcak bir gülüş olur. İşte o zaman anlarsınız sıradan olan, dikkate gerek görülmeyen, hatta sizin küçümsediğiniz, o bir gün herkesin hayranlık kazandığı sizi utandıracak olduğu.
Bir laleyi yetiştirmek isterseniz, onu mutlaka soğuk bir zamanda ekmelisiniz. Ve çicek açmaları için uzun ama uzun soğuk bir döneme ihtiyaçları vardır. tabi birde o güzel çiçekleri bizlere sergileyecek güçlü bir kök için ZAMANA. Anlayana. Bu da bana.

8 Mart 2010 Pazartesi

kısa kısa haber




VEE H&M TÜRKİYE




Aslında yurt dışının en cazip kısımlarından biride alışverisleridir. Amerika olduğum zamanlar deli danalar alışveriş yapardım. özellikle türkiye'de olmayan bazı markaları almaya doyamazsın. gelince aklın orda kalır. yada giden kişilere gelecek olan arkadaşlarına, akrabana , konuya komşuya yalvarırsın getirsinler diye. şimdi aldığım bir habere göre.... artık H&M Türkiye'De. ve ekim 2010'da beyoğlu anadoluhan'da açacakmış. Ayrıca forum istanbuldada yeni mağazasını açmayı düşünüyormuş. keşkee bütün bunlar, Victoria's secret ve forever 21 içinde geçerli olsa. bu kısa haberi kızlar sizinle paylaşmak istedim.




ps: herkesin üzerinde bir ornek olmaz umarım:(:(:(

6 Mart 2010 Cumartesi

2010 oscar ödülleri



vee sonunda sayılı saatler 7mart günü, 82. oscar ödülleri sahiplerini buluyor. Bu yılın sunucuları ise stewe martin (pembe panter filmindeki oyuncu) ile Alec boldwin( marly streep- ilişki durumudaki oyuncu partneri )sunuyor. . Geçen yıl tahminlerimde yanılmamıştım. ama sadece erkek oyuncuda ben Brad pitt' i beklerken Sean Penn( milk) filmi ile almıştı. Geçen yıl favori filmim Slumdog Millionaire birinci olmuşken bu yıl ki adaylara baktim. bu yıl k favori filmim AN Education filmi ama görünen o ki Avatar alabilir. çok ses getirdi. gerçi listede bu yıl çok iddalı duran o gözüküyor..
EN İYİ FİLM:
The Hurt Locker - Avatar- An Education- Distict 9- The Blind Side- Inglourious Basterds- A Serious Man- Up- Up in the Air- Precious gibi filmler listesinden doğrusu kim kazanacak merak ediyorum.
EN İYİ YÖNETMEN:
Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)Quentin Tarantino (Inglourious Basterds)Lee Daniels (Preciosus)Jason Bateman (Up in the Air)

EN İYİ ERKEK OYUNCU:
En İyi Erkek Oyuncu- Jeff Bridges (Crazy Heart)- George Clooney (Up in the Air)- Colin Firth (A Single Man)- Morgan Freeman (Invictus)- Jeremy Renner (The Hurt Locker)
Burda benim favorim, bridget jones güünlüğündeki avuktatımız colin firt:) gerçi liste iddalı isimlerde var colin firth benim gölümün kazananı
EN İYİ KADIN OYUNCU:
Sandra Bullock (The Blind Side)Helen Mirren (The Last Station)Carey Mulligan (An Education)Gabourey Sidibe (Precious)Meryl Streep (Julia&Julia)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU:
Matt Damon (Invitus)- Woody Harrelson (The Messenger)- Christopher Plummer (The Last Station)- Stanley Tucci (The Lovely Bones)- Christopher Waltz (Inglourious Basterds)
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU:
Penelope Cruz (Nine)- Vera Farmiga (Up in the Air)- Maggie Gyllenhaal (Crazy Heart)- Anna Kendrick (Up in the Air)- Mo'Nique (Precious)
kazananları merakla bekliyorum...

5 Mart 2010 Cuma


Bugün blogumun konusunu düşündüm. Sonra eski yazılarıma baktım. Ve karar verdim bugün yazdığım yazıyı bloguma bırakmaya. Aslında birçok konuda var bahsetmek istediğim. Bir yılın kötü bitmesinden kaynaklanan kötü devam eden bir sene yaşamaktayım… ama karar veremiyorum. kararsızlık kötü bir illetdir. bu kararsızlık bende kronikleşmiş durumda:)
Bektaşi, yıllar sonra bir arkadaşıyla karşılaşır,
Arkadaşı ünlü bir vali olmuştur. Ve sorar Bektaşi, vali görevin bitince ne olacaksın, bakan, başka, ekledikçe ekler 2 3 yıldızlı rütbe daha , ve sonra cumhur başkanı olacağım der. Peki ya sonra der Bektaşi, ve arkadaşı; HİÇ der. Gördün mü der Bektaşi ne yaparsan yap hiçliktesin… Ben şimdiden senin olmak istediğim yerdeyim HİÇLİKTEYİM, der.
Bazılarımızın başlangıç noktasına ulaşıp başlaması çok kolay olurken bazıları başlangıç noktasına bile ulaşamadığı oluyor. Hayatın dönemeçlerinde düştüğümüzü düşünürsek kendimizi bir nehrin başlangıcında buluveririz. O nehir ki çok hızlı akıyorsa ; kendimizi çok zorlarız. İsteriz ki her şeyi düzeltebilelim geriye dönmek isteriz. Ama
Hayatta bazen düzelmeyecek şeylerde vardır. Ve siz nehre karşı savaşsanız da nehir sizi her zaman başlangıç noktasına götürür. Siz yine başlarsınız tersine savaşmaya, nehir sizi tekrar başa götürür ve siz artık bırakırsınız kendinizi, çünkü artık bıkmışsınızdır her seferinde başlangıç noktasında kendinizi görmeyi. Bugün karar verdim, kendimi nehre karşı
Bırakıyorum. Ama içimde rahat etmiyor ki. Son gücüm yettiğince çabalıyorum. Zaman geliyor, tekrar başa dönüyorum. Tek bir farkla her dönüşte başlangıç noktasına ben yavaş yavaş tükeniyorum.


ps: bu resim bana huzur verdi alıntıdır:)

3 Mart 2010 Çarşamba

ve işte bir türlü ertelenenler, gerçekleşemeyen hayaller....ler lerr


Ertelenmiş hayaller, gerçekleşmemiş hayaller
Ve gerçekleşmesini istediğimiz halde bir türlü gerçekleşmeyen Hayaller.
Kapım aralıktı, sessiz sessiz biri beni izlemekteydi, yarı baygın uykulu bir halde kimsin sen dedim. Yanıma yaklaştı, yüzüme baktı, yüzünü tanıyamamıştım. Eğilip kulağıma fısıldadı hatırladın mı? İşte ertelenmiş, gerçekleşmemiş hayallerim kendilerini bana sessiz bir anımda hatırlattılar.
Bazen bir şeyin olmasını istersiniz. O içinizdeki ses bırakmaz yakanızı. Hani vitrinde bir elbise görürsünüz, biliyor musun elbise ben seni şu hayalim gerçekleşin alacağım üzerime giyip mutlu mutlu salınacağım dersiniz. Ne o hayaliniz gerçekleşir ne de siz o elbiseyi alabilmişsinizdir.
Ve sizin bir sürü hayalleriniz vardır. Gerçekleşmesini istediğiniz. Yazarsınız bir kenara liste yaparsınız dersiniz şu da olsun buda olsun… bir bakarsınız o hayallerinizin yerini gerçekler gelip almış. Ertelemek zorunda kalırsınız.
Ama hayatta bazı şeylerde ertelenmeye gelmez, eğer birisine verecek sevgimiz varsa ve bunu söyleyemiyorsak kesinlikle ertelememeliyiz o zaman şimdidir. Çünkü yarının bize ne getireceğini hiçbir zaman bilemeyiz. Bir gün gelir hayalleriniz yerini pişmanlıklara bırakır. Pişmanlık ise hayallerimizin gerçeklememesinde biz ile suçumuzun iş birliğini öğrenince çok ama çok neyse… Vicdana devreder, kalbimize devreder. Onlarında ne yapacaklarını düşünmeyelim neyse…
Ve biz insanlarında bazı hayalleri de vardır ki o hayaller sabrı gerektirir o sabır zamanı gerektirir. Ama en kötüsü ise bir daha o hayallerin gerçekleşmeyeceğini bilmektir. Hayallerini erteleyen insan hayallerini öldüren insandır… Tabi bana göre siz ne dersiniz?
ve eğer gitmek istediniz bir yer, görmek istediğiniz bir ülke( şahsen benim bir sürü), evinize almak istediğiniz halı, değiştirmek istediğiniz parkeleriniz, saç renginiz, beğendiğiniz ve sonraya ertelediğiniz almak istediğiniz elbiseniz, ayakkabınız varsa ertelemeyin, çünkü sonrası meçhuldur. ertelendikçe ertelenir

2 Mart 2010 Salı


Film hastası olan ben, çıktığı ilk gün gidip izleyen ben, geçen senelerde sanki daha güzel filmler mi çıkıyordu ne, izlediğim filmlerden beğenemeden çıkıyorum. Uzun zamandır da aklımda yazmak istediğim bazı filmler vardı. Son olarak eyvah eyvah filmine gidince bu 3 film artı recep ivedik cem yılmaz yakıştırmasını yazmadan duramadım. Son zamanlarda o kadar çok Türk filmi çıkıyor ki hızına yetişemiyor insan. Ve diyorsunuz ki seçmece gideyim. Neşeli hayatlar; bu filmi beğenenlerin yılmaz Erdoğan’a haksızlık yaptığını düşünüyorum. Bu film ne organize işlerden ne de vizontele’den kesinlikle iyi değil aksine çok kötüydü.
Ve cem yılmaz filmlerinde eleştirenler, hani bu adam film değil de stand up yapsın diyenler. Bu ülkede zaten manken sadece mankenlik, oyuncu sadece oyunculuk, sarkıcı sadece şarkıcılık yapabilir düşüncesinden dolayı mankenken şarkı söyleyen, şarkıcı iken film çeken, stand up yapan biri film çekince kıyamet kopuyor. Bence yahşi batı güzel filmdi daha nasıl film çekebilirdi ee piyasadaki bütün komedi filmlerini görüyoruz. Belki yahşi batı çok beklentili kişiler için hayal kırıklığı olabilir ama yahşi batı bir eyvah eyvah’dan ya da neşeli hayatlardan daha kötü değil veya saçma sapan konusu olmayan recep ivedik filmi ile karşılaştırılacak kadar da kötü bir film değil. Haksızlığa uğradığını düşündüğüm için bunu da filmi izleyen bir izleyici olarak yazmak istedim.
Eyvah eyvah filmi, hikayesi,dedesi ve ninesiyle yaşayan hüseyin klarnet çalmaktadır. bir yandanda bir müjgana aşıktır. bir gece ninesinin paralarını sakladığı sandıkta babasına ait mektuplarıbulur ve babasını bulmak amacıyla istanbula gelir. ve orda şarkıcı firuzan (demet akbag) ile tanışır. babasını ararken firuzan ona yardım eder. başlarına türlü şeyler gelir. beni en güldüren sahnesi kör taklidi yaptıkları sahneydi. Eyvah eyvah da bir an Demet Akbağ’ı izlerken bir demet tiyatroyu ne kadar özlediğimi anladım. Züleyha karakterini, mükremin , lütfiye , Fadıl, tirbuşon, terbiye hanım, bakkal, bütün o karakter oyuncularını ne kadar özlediğimi düşündüm. Eyvah eyvah’ı izleyebilirsiniz, ama izlerken katılmayacağınıza garanti ederim.
Ps:. Hayatta herkesin hataları vardır. Sayın blog izleyicileri bu saçma recep ivedik filinide izlemeye gittiğim için birde arkadaşımı ben sürüklediğim için pişmanım.Yetmedi iki kız yan tarafımızda oturan böğürgen insan seslerini dinlemek zorunda kaldık. Kaça kaça yanlarından kaçtık…. Recep ivedik filmini ben izledim pişmanımmmmmm hemde çok.

1 Mart 2010 Pazartesi

25 yaş devam:):):)




Ve ben pastamı kestikkk afiyetle yedikkk, dileklerimi diledim. Diledim deee önce sevdiklerim sizler için, sonra bütün iyiliğe hasret herkes için ve sonra kendim için. Malum…


Gerçekten hayatta insan sevdikleri ve sevenleri sayesinde zengin hissediyor kendini. Ve ben bugüne kadar kendimi şansız sayan, ahh ne olursa olsun talih bana gülmüyor diyip isyanlar içerisinde dolaşan ben bugün ilk kez dediklerimden utandım, çünkü anladım ki hayatta insanın başına ne gelirse gelsin, ne durumda olursa olsun, bir tek sevdikleri varsa güçlüdür. Ve ömürden bir gün daha gitse de insan sevdiklerinin gözlerinde bulur ölümsüzlük anını. Ve siz kendinizi şansız ilan etseniz de bir gün olur en mutlu anınızda sevdikleriniz sizi dünyanın en şanslı insanı yapar. Dünyadan bir gün ve hafıza köşküme bir yer yaptırdım unutmamak için onu korumak üzere… Doğum günümde hatırlayan ve hatırlamayan herkese teşekkür ederim.